14 Mart 2017 Salı

Mart, otobüste-dolmuşta kitap okumak şart!



Geçen yıl Mart ayının bir günü eve dönerken, yanıma dolmuşta okuyacak kitap almadığımı farkedince YKY kitap satıştan almıştım Beni Asla Bırakma'yı. Toplu taşım yolculuklarım uzun sürüyordu üniversitede çalışırken. Hala da Çankaya'dan Kızılay'a gitmek, trafik de tıkalıysa epey sürüyor. Dönüş daha uzun. O sebeple kitapsız dolmuşa binmek beni paniğe sevkedecek kadar travmatik :)  İshiguro'dan Uzak Tepeler'i okumuştum ilk. YKY'nin kitap satış mağazasına arada gidip bakınırım. O bakınmalardan birinde almıştım Uzak Tepeler'i.Kapağı çok cazip geldi önce. Sonra, Japon yazar okuma merakı da motive etti beni. Murakami alıştırdı beni Japon yazarlara. Ama Kenzaburo Oe'yi de hesaba katıyorum. Her ne kadar kendisine Japon denmesini zorlaştıracak kadar uzun süredir batıda yaşıyor olsa da... Fantastik bir hikayeydi İshiguro'nun ilk okuduğum kitabında anlatılan. Bu tür hikayelere bir türlü ısınamadım. Ama üslubu ve ruh tahlilleri çekici gelmişti. Onun için, YKY'de aceleyle bakınırken, bir kitap daha okuyayım istedim yazardan. O da, tesadüf eseri en bilinen, filmi de çevrilip ilgi görmüş olan romanı Beni Asla Bırakma oldu. Alıp okumaya başladıktan sonra, sağdan soldan kitabın ününü duydum. Üstünde ölmeden önce okumanız gereken 1000 kitaptan biri yazıyordu. Iyyy, itici! Ama yapacak bir şey yoktu, alıp çıkmıştım bile. Kitapta, organ bağışı yapmak için yaratılmış bedenlerin eğitildiği Hailsham'da büyüyen üç çocuğun hüzünlü hikayesi anlatılıyor. Ben bir romana kendimi kaptırınca safiyetim artıyor. Bu kitabın da fantastik olduğunu sonlara doğru kavrayabildim. Hayatımda okuduğum en güzel kitaplardan değildi. Ama tavsiye de ederim.

Roman boyunca böyle içinizi titreten bir ayaz eşlik ediyor size. Film diline iyi yansıtmışlar bu hissi. Yukarıdaki Beni Asla Bırakma'dan bir sahne.


Kitap fuarlarında kitap seçme politikam, nadiren elimdeki listeden yola çıkarak, çoğunlukla orda, o anda cazip geleni almak şeklinde tezahür ediyor. Suat Derviş'i zaten beğenirim. Kolay bulunmuyor İmparatorluk görmüş bir kadın yazar. Kendisi başlı başına bir politik figür. Ama kocaları da anılmaya değer: Selami İzzet Sedes, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu ve TKP Genel Sekreteri Reşat Fuat Baraner. Niçin Sovyetler Birliği'nin Dostuyum? adlı kitabı onu ülkesinde istenmeyen kişi haline getirdi. Hatice Saadet Baraner olan ismini Suat Derviş takma ismiyle değiştirmek durumunda kaldı. Belki biraz erkek ismini andırdığı için de seçmiştir bu ismi. Ne de olsa yayıncılık dünyası erkeklerin dünyasıdır. Daha baştan isimle kaybetmemek gerek, diye düşünmüş olabilir. Belki Fosforlu Cevriye'nin de yazarı olduğunu söyleyince daha da tanıdık gelecektir size Derviş. Hasılı, Aksaray'dan Bir Perihan'ı da iki yıl önceki Ankara kitap fuarından almıştım. Derviş, bu romanda İstanbul, Aksaray'da büyümüş Perihan'ın, İstanbul'lu soylu bir aileden gelen hafif saf Nuri ile evliliğini anlatıyor. "Kenar mahalle kadını" ile entelektüel erkek evliliği. Fonda erken Cumhuriyet Ankarası var. Sınıfsal ayrımcılık, fazilet ile açgözlülüğün çatışması romanın ana teması. Edebiyat tarihine geçecek bir roman değilse de, bir tefrika gibi, keyifle okunabilecek, her mahallede rastlanan insan tiplerini ele alan bir anlatı bu.

Baraner ve Derviş. Çok şeker değiller mi? Hastane odasında bile...


Arzu Çur, üniversitede benim sınıf arkadaşımdı. Hani olur ya, çok yakın olmayıp göz aşinalığıyla yetindiğiniz sınıf arkadaşlarından. Daha birinci sınıftayken Arzu'nun bir oğlu vardı. Çok erken bir evlilik yapmıştı. Ara sıra okula da getirirdi bu tatlı oğlanı. Belki bu aşinalıktan, Levent'in yayınevindeki masasında Ayşegül Boşanıyor'u görünce, "Bunu okuyup getireyim" ben dedim. Çarçabuk okudum. Çok tanıdık hikayeler anlatıyordu Ayşegül'ün evliliği ve boşanmasını konu eden Arzu. Bridget Jones'un yerli versiyonu Ayşegül, hayal kırıklıkları, bozgunlar ve yeni bir gelecek ümidi ile dolu bir yaşantı. Bizim kuşağın aşina olduğu Ayşegül serisine hoş bir gönderme de iyi fikirmiş. Ayşegül bu macerada hayatın kendisiyle yüzleşiyor :)

Kapağı sevdim


Aile Reisinin Kat'i Devrilişi, yine Radikal Kitap'taki bir tanıtım yazısından yola çıkarak satın alınmıştı. Artık Radikal Kitap kuşa döndü biliyorsunuz. Hürriyet'in Kültür Sanat eki içinde dört beş sayfalık bir bölüm. Hey gidi Radikal Kitap! Najat El Hachmi'nin bu romanı, Faslı, muhafazakar bir ailenin İspanya'ya göç ettikten sonra yaşadıklarını anlatıyor. Otoriter baba figürünün zamanın ruhuna ve özgür ruhlu bir kız çocuğa yenik düşmesi ümit verici bir hikaye. Yarı otobiyografik olduğu söylenen roman, Türkiye'ye benzer ahlak kuralları, dinin etkisi, cinsiyetçi ikiyüzlülük, ataerkil cinsiyet rollerinin işlediği bir gündelik hayat pratiği de sunuyor okura. Ben yazarın adını görünce, önce kadın olduğunu anlamamıştım. Yarı otobiyografik olduğunu öğrenince, böyle bir kitabı bir babanın değil, ancak kızının yazabileceğini düşünerek, yazarımızın aşağıdaki tatlı kadın olduğunu idrak ettim. Tavsiye ederim.

Najat


Kuzey'den hikayeler dünyada çok moda oldu. Özellikle polisiye türünde. Doppler, polisiye değil ama Norveç'te geçen bir hikaye. Erlend Loe'nin kitabına dair malumatı yine Radikal Kitap'tan edinmiştim. Batılı ve şehirli bir erkeğin varoluşu ve düzenli hayatını sorgulaması ile karşı karşıyayız Doppler'de. Bir gün ormanda bisiklet kazası geçiren bir orta sınıf aile babası, şehirden, insanlardan, başarı takıntısından ve tüketim çılgınlığından nefret ettiğini fark eder. Babası yeni ölmüştür ve ormana kaçıp onun adına bir totem yapmaya başlar. Baba-oğul ilişkisi, doğa ve şehir hayatının çatışması, aile hayatı hakkında. Ama Loe'nin mizahi üslubu, Doppler adını verdiği yavru geyikle maceraları ve 2. Dünya Savaşı'na değen finali dikkate değer. Ben olsam okurdum :)

İşte böyle matrak bi adam


İşte ayın son ve dikkat çekici kitabı. Can Yayınları'nın kurucusu Erdal Öz, 1956-98 yılları arasında günlükler tutmuş. Bu günlükler Yarın, Nasıl Bir Gün Olacaksın? üst başlığıyla yayınlanmış. Oldukça sebatkar bir insan olmalı. Bu kadar yıl günlük tutulur mu? Hukuk öğrenciliği yıllarının Ankara ve İstanbul'undaki edebiyat ve siyaset çevresini, okuduğu (sevdiği-sevmediği) kitapları anlatıyor. Siyasi serüveni ve bunun neticesinde kendini bulduğu cezaevinde, bir sürgünün, bir tutuklunun seçeneksizliğiyle düşüncelerini, hayallerini, insanlar hakkındaki fikirlerini günlüğüne dökmüş. Hücrede iken yazdıkları en etkileyici olanlar. Kitap okumak yasak, başka herhangi bir oyalayıcı etkinlik yasak. Tek yapabildiği yazıp çizmek, tabii otosansürle. Gülünün Solduğu Akşam'da anlattığı Denizler'i bu dönemde tanıyor. Öz, benim sevebileceğim bir adam değil. Kararsız, öfkeli, bencil olduğu izlenimini veriyor. Çoğu kişiyle kavgalı. Alaycı. Bu kitap yayınlandıktan sonra, yayınevini babasının ölümüyle devralmış olan oğlunun, babasının sağlığında yayınlanmasını istemediği ve yayınevinin birçok yazarı ile ilgili olumsuz izlenimlerinin de yer aldığı günlüklerini kamuoyuyla paylaşması çok eleştirildi. Ben, bir insan ölünce tüm hesaplarının kapandığını düşünmüyorum. Ölünün arkasından kötü konuşulması gerektiğine de inanıyorum. Ama bir insanın isteği hilafına, o öldükten sonra, yazıp çizdiklerinin yayınlanması fikri bana da ters geldi. Buna rağmen, ne yalan söyleyeyim, yayıncılık dünyasını teşrih masasına yatıran bu günlükleri okumak, heyecanlı ve meraklı bir serüvendi. Ayrıca, Sular Ne Güzelse, Havada Kar Sesi Var, Gülünün Solduğu Akşam gibi çok güzel kitap isimleri seçen bir adamın günlüklerine de bu isim yaraşırdı.

Baba-oğul



Beni Asla Bırakma, Kazuo Ishiguro, Çev. Mine Haydaroğlu, YKY.

Aksaray'dan Bir Perihan, Suat Derviş, İthaki.

Ayşegül Boşanıyor, Arzu Çur, İletişim.

Aile Reisinin Kat'i Devrilişi, Najat El Hachmi, Çev. Işıl Aydın, Sel Yayınları.

Doppler, Erlend Loe, Çev. Dilek Başak, YKY.

Yarın, Nasıl Bir Gün Olacaksın? Günlükler, 1956-1998, Can Yayınları.


2 Mart 2017 Perşembe

Uğursuz Şubat'ı Şenlendirme Seferberliği


Bugünlerdeki statüme, "işsizlik" diyemeyeceğim doğrusu. Maaşsızlık demek daha doğru. Nitekim o kadar yoğun bir tempo içine girdim ki 7 Şubat KHK'sından beri. Yetişemiyorum artık. Konuşmalar, yazılar, forumlar, paneller. 23 yılın hem anıları, hem de birikintisiyle dolu ofisi toplamalar, eve tıkıştırmaya çalışmalar, o sırada belin tutulması, hafiften gözlerin yaşarması (tozdan :). Bu arada moral toplaşmaları falan... Çalışıyorken daha az yoruluyordum ayol!

Odamı toplarken asistanlık günlerimden kalma isimliğe rastgelmek... Geçmişin film şeridi gibi gözümün önünden geçmesi...


Neyse, çok da şikayetçi değilim.

Gelelim geçen yılın Şubat ayı okumalarına. Şubat ayı kısa sürüyor biliyorsunuz. Mesela bu şubat, malum sebeplerle güdük kaldı okumalar. Ama maşallah geçen yıl 7 kitapla kapatmışım ayı.

Burada genelde okuduğum kurmaca kitapları anıyorum. Ama araya Burak Onaran'ın yemek kültürü hakkındaki yarı-akademik yazılarından oluşan Mutfakta Tarih: Yemeğin Politik Serüveni'ni de katayım. Onaran bu yazıları kimi uluslararası, kimi de yerli dergilerde yayınlamış. Yerel mutfak kültürümüzün bilinen ve bilinmeyen yanlarını anlatıyor, tahlil ediyor. Mesela bir dönem Türkiye'de de domuz çiftlikleri olduğunu ve domuz yemenin teşvik edildiğini biliyor muydunuz? Tavsiye edilir Mutfakta Tarih.

Kapak fotoğrafında Amerikan ve Sovyet liderleri bir mutfak sergisini gezerken görülüyorlar


Umberto Eco ile Gülün Adı tanıştırmıştı beni. Çok gençtim okuduğumda ama tarihe, sanat tarihine ve ilahiyata meraklıydım. Entrikalarla ve gizemlerle örülü Gülün Adı, çetin ama unutulmaz bir okuma tecrübesi sundu bana. Sonra Foucault Sarkacı ile devam edip birçok kitabını okudum Eco'nun. Uzun sayılabilecek ömründe, düşünsel ve duygusal yolculuğumda kıymetli bir yol arkadaşı oldu bana. Sıfır Sayı, sanırım Eco ölmeden yayınlandı ve sanırım son kaleme aldığı kitap buydu. Gazetecilik hocası olarak da merak etmiştim kitabı. Ama beni hayal kırıklığına uğrattı. Belki çeviri sorunları yüzünden diyeceğim. Cendey deneyimli bir çevirmen. Ama daha önceki çevirilerinde de beni zorlamıştı. Sıfır Sayı'da, hiç çıkmayacak Yarın Gazetesi'nin mutfağından yola çıkılarak, medya, mafya, derin devlet ve kamu yararı kavramları sorgulanıyor. Bir aşk hikayesinin eşlikçiliği de cabası. Eco'yu bu kitapla tanımayın derim özetle.

Tabii ki bir Eco fotoğrafı koyacaktım. Poz vermeyi bilir ve severdi kendisi


Jane Bowles'i bana Hacettepe'den Bora Gürdaş önermiş olabilir. Öyle hatırlıyorum. Tanışmakta çok geç kalmışım Bowles'le. Teşekkürler Bora! Açık Havada Bir Gün, filmi romanından çok ses getiren Çölde Çay'ın şöhretli yazarı, kocası Paul Bowles'in gölgesinde kalmış Jane'in bir iki ciltlik yazarlık serüveninin en önemli verimlerinden biri. Ömrü boyunca Yazlık Evde adlı bir roman ve bir oyun yazmış bu öyküler dışında Jane Bowles. Açık Havada Bir Gün'ün en iyileri, Sade Sefalar ve Cataract Kampı. Kadın hikayeleri anlatan yazarımızı ilgisiz bırakmayın.

Vaaav! Jane ve arkadaşı Cherifa. Paul'le bir fotoğrafını koyacak değildim ya


Edith Wharton'un hastası olduğumu artık biliyorsunuz. Tüm kitaplarını topluyorum. Hepsi de birer birer çevriliyor, şaşırıyorum. Demek satışı garantileyecek potansiyel bir okuru var.  Ne güzel! Masumiyet Çağı ile 1921'de Pulitzer kazanmış. Bu kez Keyif Evi'ni okudum. 1890'ların New York'unda yaşayan, bir izdivaçla turnayı gözünden vurması beklenen ama bu kalıba bir türlü giremeyen, hal böyle olunca da sosyal dışlanmaya maruz kalan, aynı zamanda yoksullaşan tatlı ve entelektüel Lily Barth'ın hikayesi. Ama daha çok, o dönemin Amerikasını, toplumsal kültürü, ahlak anlayışını, sınıf ilişkilerini ve burjuvazinin dünyasını anlatan bir roman.İtiraf edeyim İki Kız Kardeş ve Yaz Bitince kadar iz bırakmadı bende. Çok uzun bir romanı tek cilde sığdırmak için küçük punto ve dar aralıkla basmak da okura büyük eziyet oluyor. Keyif Evi'nin özelliği, bazı sahnelerinin film kareleri gibi bellekte yer etmesi. Ama yine de okunulası derim.

Edith. Bu yaşa gelebilirsem yırtık pijimalarımla dolaşacağımdan şüphem yok. Zamanın ruhu işte... Ve benim ruhsuzluğum!


Rita Falk'tan daha önce de söz etmiştim. Bavyera'da Niederkalterkirschen kasabasında yaşayan polis memuru Franz'ın maceralarını anlatıyor yazar. Polis olan kocasının meslek hayatı ve sosyal çevresinden ilham almış Falk yazmaya başlarken. Belki de bir küçük şehirde ev kadınlığı etmenin bungunluğunu aşmanın yolunu ararken girişmiştir bu işe. Eberhofer Ailesi, tapılası ve huysuz büyükannesi Lenerl ile arızalı babası ve köpeği ile birlikte yaşayan Franz'ın maceralarında başrolde. Her kitapta, sinameki karakterinden beklenmeyecek bir zeka parıltısı ve inatla bir cinayet çözüyor Franz. Lenerl'in eşsiz yemekleri, anasının gözü abisi ve aşık olduğu minik yeğeni de arz-ı endam ediyor kitaplarda. Az Pişmiş Kelle isimli bu macerada göçmen Türkler de var. Özdemir ailesi. Ama bu aile Osmanlı döneminden kalma oryantal figürlerden oluşuyor. Nargile içen göbeğine kadar sakallı, entarili bir baba, tesettürlü bir anne, futbolculukta kariyer arayan bir oğlan ile engelli bir kız. Çocuk gelin hikayesi de cabası. Böyle bakınca biraz oryantalist bir yaklaşım. Almanlar Türkiyeli göçmenleri böyle mi görüyor, yoksa göçmenler orada daha da mı tutuculaşıyorlar? İkisi de mümkün.

Rita'nın külliyatı



Alef, iyi kitapların yayıncısı

Bu ayın okumalarına bir iki de çizgi roman sığdı. İstanbul'dan Bağdat'a. Arnon Grunberg ile Hanco Kolk'un birlikte hazırladıkları kitap Levent'in tavsiyesi. Ortadoğu coğrafyasında yol alan Grunberg, İstanbul'dan Bağdat'a gitmektedir. Halepçe Katliamı'nda ölen bir çocuğun hayali ona bu yolculuk boyunca eşlik eder. Travmatik bir okuma, savaşı, şiddeti, nefreti ve kıyımları sorguluyor. Okunmalı.



Çizgi çizgiyi çağırır. Kabil Disko, Afganistan'da kaçırılmamayı nasıl başardım?, Nicolas Wild'ın otobiyografik hikayesi. 2005'te savaştan yeni çıkmış Afganistan'da, ülkenin yeni anayasasını çizgi roman kitapları aracılığıyla anlatmak için Kabil'e giden çizerin başına gelenler. Ülkenin siyasi tarihi, Kabil'in kültürel dokusu da dahil. Bir batılının gözünden bir Ortadoğu ülkesi. Bu da okuma listenize girmeli bence.

Kitaptan bir kare



Mutfakta Tarih, Yemeğin Politik Serüvenleri, Burak Onaran, İletişim.

Sıfır Sayı, Umberto Eco, Çev. Eren Yücesan Cendey, Can.

Açık Havada Bir Gün, Jane Bowles, Çev. İnci Ötügen, Metis.

Keyif Evi, Edith Wharton, Çev. İlknur Özdemir, Kırmızı Kedi.

Az Pişmiş Kelle, Rita Falk, Çev. İlhan Yabantaş, Pegasus.

İstanbul'dan Bağdat'a, Arnon Grunberg, Hanco Kolk, Çev. Gül Özlen, Alef.

Kabil Disko, Afganistan'da kaçırılmamayı nasıl başardım?, Nicolas Wild, Çev. İbrahim Şahin, Esen Kitap.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...