Uzun zamandır yemek yapmak, sadece
domestik faaliyetlerin bir parçası olarak anılmıyor. Erkeklerin de merak
sardıkları yemek/pasta/çikolata yapma kursları; televizyon kanallarında
yayınlanan, izlenme rekorları kıran ve sayıları takip edilemeyecek kadar artan
yarışma ve yemek programları; sağlıklı beslenme temalı yayınlar ve detoks
kürleri, yemeği mutfaktan çıkarmış durumda. Toplumsal hayatı radikal biçimde
dönüştüren gelişmelerin, yeniliklerin, gerilimlerin sebebi olarak işaret edilen
küreselleşme ve neoliberalizmin yükselişi mutfaktaki dönüşüme dair de bir
açıklama sunabilir. Bireyciliğin itibar kazanması, kişisel hazlar ve yenilik
arayışını tatmin etmeye yönelik kişiye özel mal ve hizmetlerin piyasaya hakim
olmalarını beraberinde getirdi. Niş pazarlama olarak adlandırılan bir teknikle,
tüketici ile kişiye özel tasarlandığı ilüzyonunu yaratacak ürünlerin, kişisel
ihtiyaçlarına göre düzenlendiğini düşündürecek hizmetlerin buluşturulması
eğilimi yaygınlaştı (Butik oteller, özel tasarım giysiler, aksesuarlar v.b.).
Bu gelişmeler ve yeni arz-talep
biçimleri doğrultusunda, mutfağa ilişkin her şey “gusto sahibi olmayı”, birer
“gurmeye dönüşmeyi” vaad eden şirketlerce bir trend haline getirildi. Ancak bu
yeni mutfak annelerinkinden farklı. Bütçeyi dengeleme telaşı olmadan seçilen
menülerden oluşan ve coğrafi sınır tanımayan bir mutfak. Wichterich’in
ifadesiyle: “(…) kadınların çocuklarına besleyici bir yemek hazırladıkları için
içlerinin rahat etmesine izin veren yiyecek ve beslenmeye ilişkin bir bilgiden
çok, gösterişli bir reklam klibi”! Ama sınırlayıcı, yorucu, bezdirici yönleri
görmezden gelinerek romantize edilmiş bir “anne mutfağı” da katılmış bu reklam
klibine; bahçeden toplanan sebzeler ve kümesten alınan yumurtalarla yapılan
yemeklerin nostaljisiyle pazarlanan bir organik tarım ve sağlıklı beslenme miti
de…
Yemeği, mutfaktan/evden çıkaran
günümüzün en popüler internet araçlarından blog, onu hazırlayan kadınları da
evden çıkarmayı vaad ediyor. “Evden kaçma”nın bir yolu, hem de güvenli bir yolu
olan bilgisayar dolayımlı iletişim, nihayet ev kadınlarına da bir kaçış imkanı
sunuyor. Özel alanın, domestik faaliyetlerin bir parçası olan yemeğin, sanal da
olsa kamusal alana çıkmak için vesile teşkil etmesi heyecan verici bir deneyim.
Daha geniş kapsamlı bir araştırmanın parçası olarak, bu deneyimi yaşayan 11
kadınla, e posta aracılığıyla yapılan görüşmelerden elde edilen verilerin bir
kısmı paylaşmaya değer.
Julie and Julia filminden, Meryl Streep |
Bloglar, sık sık güncellenmeleri,
otobiyografik öğeler taşımaları ve arşiv oluşturmaya imkân veren yapıları
nedeniyle günlüklere benziyorlar. Web’de bir blog hesabı açmak, bir ana sayfa
oluşturup buraya kişisel bilgileri, görsel malzemeleri ve yazıları girmek
ücretsiz ve diğer web araçlarına göre daha kolay. Blog hizmeti veren firmalar,
sayfa tasarımları için çeşitli alternatifler sunuyorlar ve kullanıcıyı
yönlendirerek özgün tasarımlar yapmayı kolaylaştırıyorlar. Blog arama
motorlarında yapılacak kısa bir tarama bile, hem dünyada hem de Türkiye’de
yemek ve diğer hobi bloglarının sayıca üstünlüğü olduğunu göstermeye yeter. Bu
tür blogların sahiplerinin çoğu kadın. Blog yazarlığını cazip kılan bir diğer
özelliği ise etkileşimsel (interaktif) olması. Bir blog yazarı için takipçileri
olması önemli. e günlükleri gerçeklerinden ayıran temel unsur, muhayyel ve/veya
tanıdık bir okur topluluğuna hitap etmeleri. Okurlardan gelen tepkiler e günlük
yazarına, yazmaya devam etmesi için motivasyon sağlar. Sosyalleşmesini ve “kendiliğini takdim etmesini” teşvik eder.
Ataerkil kültürlerde geçicilik,
değersizlik, sıradanlık gibi sıfatlarla tanımlanan yemek hazırlama ve sunma
pratiklerine, bloglarda yazının ve fotoğrafın desteğiyle görünürlük ve değer
kazandırılmaya çalışılması kayda değer. Görüşülen blog yazarlarının ifadelerine
dayanarak, yemeklerini blog sayfalarında sergileyen kadınların, Beauvoir’nin
deyimiyle, biteviye sürükledikleri zamanı bir noktada dondurmaya uğraştıklarını
söyleyebiliriz: birazdan silinip süpürülecek olanın son anları; rutin ve
değersiz sayılan emeğin, geçici de olsa, değer kazanması, adeta sanatsal bir
yaratıma dönüşmesi. Ürünü hemen tüketilecek bir emeğin, kalıcı bir emekle, yani
yazıyla sabitlenmesi. Üstelik zihinlerdeki, yemek kitaplarındaki ve
dergilerindeki ölü tariflerin canlandırılması, ete kemiğe büründürülmesi.
Ortaya çıkan ürünün fotoğrafının yayınlanarak takipçilere bir kanıt
sunulması... Yemek hazırlama sürecinin
ve tüketilmeye hazır yemeğin fotoğraflanması, o yemeği bedenin temel gereksinimlerinden
biri olmaktan çıkarıp endüstriyel bir ürüne dönüştürüyor. Öyle ki bazen tarif,
nihai ürünün sunuluş biçiminin yarattığı görsel ihtişamın gölgesinde kalıyor.
Giard “tarif vermek” ediminin, besleyici bilgilerin, sevgi dolu bir sabrın
kuşaktan kuşağa aktarılması, yaşantıların anısının parçalar halinde ve zamana
meydan okuyarak varlığını sürdürmesi anlamına geldiğini söyler. Portakal Ağacı adlı popüler yemek
blogunun sahibi Hatice Özdemir Tülün, bu işe annesinin çok sevdiği yemeklerinin
tarifleri kaybolmasın diye giriştiğini söyler örneğin.. Görüştüğümüz
katılımcıların çoğu da, onları yemek blogu açmaya yönelten saiklerden birinin,
kendilerinde anısı olan tarifleri korumak, paylaşmak ve özellikle kız
çocuklarına aktarmak olduğunu belirtiyorlar. Diğer saik de Portakal Ağacı’nın başarısı ve popülerliği. Ancak burada dikkat
edilmesi gereken, geleneksel cinsiyet rollerinin bir sonraki kuşağa aktarılması
anlamında, yemek bloglarının hâkim ataerkil söylemi besliyor oluşu.
Özellikle ev kadınlarının,
kendilerinin inşa ettikleri, sadece kendilerine ait olan ve kendiliğin sunumu
için fırsat yaratan bu web aracını, ancak hane halkına karşı sorumluluklarını
yerine getirdikten, özellikle geceleri, el ayak çekildikten veya sabahları
herkes evden çıktıktan sonra kullanmaya başlamaları, zaman kullanım
hiyerarşisinde kişisel zevklerin alt sıralarda
yer aldığını gösteriyor. Katılımcılardan K.M., “Yemekti, şuydu, buydu derken,
ortalık durulduktan sonra çaktırmadan bilgisayarımın başına geçiyorum ve bir
şeyler çiziktiriyorum” diyor. K.M., ev işlerine atfettiği değersizliği, bloguna
yazdıklarına da atfediyor. Bilgisayarın karşısına oturduğunda kaçamak yapar
gibi. Sayfasına yazdığı yazılar ise “çiziktirme” diyerek küçümsediği bir uğraş.
P.M., “Blogum bana renk kattı. Canım sıkılmıyor” dedikten sonra, “Ama hiçbir
işimi de aksatmıyor” diye adeta telaşla ilave ediyor. H.T., blog sayfasındaki
etkinliklerini temize çıkarmak ister gibi, “Nasıl olsa evde bir şey pişeceği
için, harcadığım vakit ekstra bir vakit almıyor benden” diyor. H.T.’nin
ifadesi, bir ev kadınının kendisi için bir şey yapmaya yeltendiğinde, o şeyin
sadece kendisine keyif vermesini yeterli bulmamasının, “ev”e de faydalı
olmasını sağlama çabasının bir örneği.
e-günlük olarak tanımlanan bloglar,
sahiplerinin yazma yetenekleri ve cesaretlerini arttırmaya da hizmet ediyorlar.
Özellikle kadınlar için önemli bu. Kadının yazıyla ilişkisinin, okurluk gibi
edilgen bir pozisyonla sınırlandığı ya da hiç mevcut olmadığı ataerkil
kültürlerde, yazarak kendini ifade etmek, benliğini dille temsil etmek
olağandışı bir deneyim. Gerçek günlüklerden farklı olarak, okur ilgisine
sunulan bloglar, bu ilgiyle beslendikçe, yazarları için sağaltıcı ve
özgürleştirici bir işlev görüyorlar. Katılımcıların blog sayfalarında yemeğin
hikâyesine eşlik eden kişisel hikâyeler daha fazla yer alıyor ise o sayfaların
daha fazla takipçiye ve ilgiye mazhar oldukları gözleniyor. Özgün bir üslup,
akıcı bir anlatım, ajitatif başlıklar, estetik değeri olan fotoğraflar,
katılımcıların ifadelerine göre, özgün tarifler içeren, profesyonel destekle
oluşturulmuş sayfa tasarımlarından daha fazla dikkat çekiyor. Öyle ki, bazı
blog yazarları hangi tür yazıların, üslupların ve görsel malzemelerin daha
fazla okur ilgisi topladığını gözlemleyerek, kendilerine ilgi çekici bir tarz
oluşturmuşlar.
E.A. kendisi de dâhil, kadınların
son yıllarda blog açmaya karar vermelerini ve blog yazarlığına rağbet
etmelerini, “kendini ifade edebilme, varlığını hissettirme gibi özgüven duyguları” kazandırmasına bağlıyor. Blog sayfası
aracılığıyla özgüven kazandığını dile getiren
bir diğer katılımcı, H., “baskı hissetmeden, eleştirisiz yazma”nın özellikle
kadınlara iyi geldiğini düşünüyor. K.M. için bloglar, ev kadınlarının “başka
bir dünyaya açılmalarını, monoton gündelik işlerden sıyrılıp bir şeyler
üretmelerini” sağlama işlevi görüyor. Sıralanan örnekler, özellikle ev kadını
olan katılımcıların, yemek yapmak dâhil olmak üzere, ev işlerini bezdirici ve
değersiz bulduklarını, onları birer üretim olarak görmediklerini, üretimde
bulunmak ve özgüven kazanmak için blogları aracılığıyla evin sınırları dışına
çıkmaya çalıştıklarını gösteriyor. Ancak, katılımcıların sayfaları
incelendiğinde, hiçbirisinin politik gündeme dair yorumlar, eşitsizlikleri ve
hak ihlallerini eleştiren metinler yazmadıkları görülüyor. En fazla konu
edilenler şehit cenazeleri, milli ve dini bayramlar. Hatta politika ile ilgili
konulardan bilinçli olarak uzak durulduğu düşünülebilir. Özel alanı, cinsiyet
politikalarını tartışmaya açma eğiliminden de söz edilemez. Ama, blog faaliyeti
aracılığıyla elde edilen kazanımların, kadınların politik olan ile aralarındaki
mesafeyi kısaltacağı ümit edilebilir.
Sonuçta, yemek bloglarının,
kadınların sosyalleşmeleri, özgüvenlerini ve yaratma yeteneklerini
geliştirmeleri konusunda destekleyici bir unsur oldukları söylenebilir. Ancak,
bilgisayar dolayımlı bir iletişim aracı olan blogların sundukları alternatif
teknolojik imkanların, içeriklerini oluşturan kullanıcıların eleştirellik
potansiyellerini harekete geçirmede kayda değer bir rol oynamadıkları görülüyor.
Kadınları, teknolojiyi kullanmaya ve yazarak kendini ifade etmeye yönelten bu
araçların, zaman içinde içerik olarak da özgürleştirici olmaları umulabilir.
Mutfak önlükleri, seç beğen al! O gün kim olmak istersen. |
Funda Hanım merhaba,
YanıtlaSilÖncelikle yazılarınızdaki akademik tonu çok sevdiğimi söylemek isterim.
Kendi bloğumda ben de yemek yazıları yazıyorum ve bu sebeple yazınız ayrıca ilgimi çekti. Okudukça şaşırdım.
Yemek yapmayı seviyorum ve bazen bunlara blogda yer veriyorum. Ben yemek yapmayı beni mutlu ettiği için seviyorum, nasıl ki bahçe işleri insana haz verir ya da heykel yapmak... öyle. Tabii ki güzel düzenlenmiş bir bahçede insanların keyifle oturduklarını görmek ya da sergiyi dolaşanların yapıta olan ilgilerini izlemek keyiflidir. Benim için de birileri yerse yaptıklarımı ve üstüne de beğenirlerse keyfim tamamlanmış oluyor. Belki de bu yüzden bloğum hiçbir zaman gerçek bir yemek bloğu olmadı. Elbette ki buna bloğa çok farklı konu başlıkları altında yazılar koymamın da etkisi var. Bakıyorum da, burada ve bu konu üzerine çok gevezelik edebilirim. Kendimi frenliyor, bir gün karşılıklı bir sohbette konuyu sizinle konuşabilmeyi diliyorum.
Sevgilerle...
selamlar
YanıtlaSilben de aslında yemek blogu yazarları diye işe başladım ama gördüm ki, hiçbir yemek blogu sadece yemek blogu değil. portakal ağacı gibi iyice profesyonelleşenler de dahil.
sosyal medyanın kadınlar için sağaltıcı olduğunu, sözlerini dillendirmelerine, sosyalleşmelerine, kendilerini ifade etmelerine yaradığını anladım.
evet, konuşsak ne güzel olur. sevgiler