29 Aralık 2019 Pazar

Önümüzdeki yıl için kitap önerileri



Çocukluğum ve ilk gençliğimde yayın evi sayısı o kadar azdı ki, ne bulursak onu okurduk. Cem, Varlık, İnkılap ve Aka, Remzi, De Yayınevi, Can, Milliyet Yayınları, Kültür Bakanlığı Yayınevi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Sosyal Yayınlar, Sol, Onur, Simavi v.b. Yani hafızayı zorlasanız bir çırpıda sayabileceğiniz kadar az. Haliyle o kadar az da kitap yayınlanırdı. Yerli edebiyat zaten şimdiki gibi patlama yapmamıştı. Hala çoğunlukla İmparatorluk döneminde doğup yetişmiş yazarların kitapları dolaşımdaydı. Ve tabii Fakir Baykurt, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Attila İlhan, Necati Cumalı, sonra Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Yusuf Atılgan, Pınar Kür vb. 

Şimdi görüyorsunuz baş döndürücü bir kitap patlaması yaşanıyor. Yeni yeni yerli yazarlar türüyor. Türüyor diyorum çünkü çoğu niteliksiz. Öyle hayal kırıklığı yaratıcı metinler okuyoruz ki, arada iyiler de kaynıyor, ön yargıyla onlara yüz vermez oluyoruz. Çünkü, diğer yandan da okuma zevkini arttıran birçok çeviri yayınlıyor büyüklü küçüklü yayın evleri.

Sadede geliyorum: bu kadar çok yayın evi, bu kadar çok kitap yayınladığı için bazı kitapların bende olduğunu veya okuduğumu unutup yeniden satın alıyorum. Mutlaka size de oluyordur. Bunun bir çözümü olmalı. Kayıt falan tutmalı. Fakat benim gibi savruk biri bunu yapamaz. 

İkinci kez satın olup okuduğum kitaplardan biri de Küskün Kahvenin Türküsü oldu. Gençken Carson McCullers'tan Düğünün Bir Üyesi'ni okumuştum. Çok etkilenmiştim. O tatlı kapaklarıyla Remzi'nin Çilek serisinden çıkmıştı. Küskün Kahve, bu kez İş Bankası Yayınları'ndan çıkmış. Ben İletişim Yayınları'ndan çıkanı okumuşum. Sanırım yayın evi ve kapak değişikliği beni yanılttı. Ama ikinci kez okuduğuma pişman olmadım doğrusu. Hikaye okumayı çok sevmememe rağmen, taşralı, sıradan insanların yaşamlarını, travmalarını, neşe kaynaklarını, günlük dertlerini anlatan bu hikayeler beni sardı. Novella denebilecek uzunluktaki kitaba da adını veren hikaye filmografik bir metin. Karşılıksız aşklar, homososyal ilişkilerin yarattığı gerilim ve bazen dayanışma, taşranın kasveti ve baskıcı ortamı, insanların acımasızlığı olanca sertliğiyle anlatılıyor. Mutlaka okuyun.

Carson. Nasıl ama?


Film Anlatıcısı Kız'ı bana ablam tavsiye etmişti. Bazı kitapları iki kez satın aldığımız yetmiyormuş gibi, takas etmek dururken bir de birbirimizden habersiz aynı kitabı alıyoruz. Hernan Rivera Letelier'in bu kısa romanında Şili’nin güherçile madenciliğiyle geçinen küçük bir kasabasında tek eğlencesi Hollywood filmleri ile Latin Amerika sinemasını takip etmek olan kasaba halkına izleyemedikleri filmleri anlatarak şöhret kazanan yetenekli bir kızın hikayesi anlatılıyor. Trajik sonla biten neşeli hikaye, kötü çevirinin de etkisiyle iyi bir edebiyat eserine dönüşemiyor. Bazen bir metni okurken düşünürsünüz ya, keşke tecrübeli bir editör, bir cevhere sahip yazarla müzakereye girişeydi de, ortaya iyi bir şey çıkaydı. İşte tam da böyle bir kitap.

Kapağı güzel.


Yaşam öyküsü okumaya bayıldığımı bininci kez tekrarlayacağım. Bu kitabı bir başka yaşam öyküsünün dipnotunda fark ettim. Burçak Tarlası türküsünün modernize edilmiş haliyle tanınan Tülay German, olağanüstü sesiyle ülkesinin popüler bir yıldızı olabilecekken, sol harekete yaklaşması sebebiyle soluğu Fransa'da, sürgünde almasının hikayesini anlatıyor Düşmemiş Bir Uçağın Karakutusu'nda. Bu arada kitabı piyasada bulamayınca Milli Kütüphane'de uzun uzun uğraşarak fotoğraflayıp bilgisayar ekranından okudum. German çocukluğundan başlayarak, dışarıdan bir gözlemci gibi bakıyor hayatına. Bürokrat babası ve muhafazakar annesinin baskılarına rağmen özgürlüğü seçmesini, sahne hayatının başlangıcını ve Erdem Buri ile tanışınca hayatının değişmesini... Sürgün yıllarını ve Avrupa’da solcu bir müzisyen olarak yükselişini. Bir günlük havasında akıyor metin. Genç ve deneyimsiz, orta sınıftan bir kızın, kendinden büyük ve tanınmış bir solcu aydınla tanışıp onun büyüsüne kapılması bir yandan da anlatılan. Yaşanan güçlü ve güzel ilişkiyle birlikte Türkiye’nin politik dönüşümlerini de ele alarak ilerleyen bir anlatı. Kesinlikle okuyun.

Bıyıklı Buri, Sağında German.


Çok bilinen yazarlara uzak durmaya meyilliyim. Nick Hornby de bunlardan biriydi. Bir Ankara Kitap Fuarı'nda şeytanın bacağını kırıp dizi dizi Hornby kitabı arasından Komik Kız'ı seçtim. Arka kapak yazısına kanarak. Biliyorsunuz, genelde arka kapak yazıları içeriğe dair yanıltıcı bilgiler veriyor. Ama bu kitapta öyle olmadı. İyi ki de almışım. İngiltere’nin bir taşra yerleşiminin güzellik kraliçesi seçilen ama hayali bir komedi oyuncusu olmak olan Barbara, tesadüf eseri kısa süre içinde bu sektörde yükselir. Kendisi için yazılan Barbara ve Jim dizisi BBC’de yayınlanır ve rating rekoru kırar. Romanda, Barbara’nın ve dizi ekibinin hikayeleri etrafında, İngiltere’de televizyon ve magazin alemi, ekranın, sinemanın ve tiyatronun mutfağı esprili bir dille, zekice anlatılıyor. Yazarın kendisi de bir senarist olduğu için bir tür tanıklık denebilir bu romana. Okunmalı. 

E tabii Nick de yaşlandı (hepimiz gibi).


Küskün Kahvenin Türküsü, Carson McCullers, Çev. İpek Babacan, İş Bankası.

Film Anlatıcısı Kız, Hernan Rivera Letelier, Çev. Süleyman Doğru, DK.

Düşmemiş Bir Uçağın Karakutusu, Tülay German, DK.

Komik Kız, Nick Hornby, Çev. Zeynep Baransel, Sel.


31 Ekim 2019 Perşembe

Çöp okuru



Siz de kendinizi "çöp okur" olarak görüyor musunuz bazen? Hani abur cubur yer gibi, sizi ilk anda cezbeden her şeyi düşünmeden ağzınıza atar gibi okumak. Ben bazen öyle okuyorum. Bir bakmışsın elimde bir klasik, bir bakmışsın çok satan bir roman. Mesela Flaubert'in Duygusal Eğitim'inden Paula Hawkins'in Trendeki Kız'ına geçiş yapabiliyorum. Aklıma birden bir yazar esiyor yahut aş erer gibi bir başkası. Bazen kitapçıda karıştırırken veya arka kapak yazısını okuyarak tav olup alıyorum bir kitabı. Dediğim gibi çöp çıkıyor. Bazen de yıllar önce alıp bir kenara ittiğim bir kitap rafta gözüme çarpıyor ve içeriği de o kadar şahane oluyor ki bilahare yüzüme çarpıyor. 

İşte bu yazıda ordan oraya savrularak yaptığım okumalara yer vereceğim. İçlerinden iki tanesi gerçekten iyi. Başlayayım:

Aslı Erdoğan kitapları, kendisi cezaevindeyken revaç buldu maalesef. Halbuki ilgi çekici bir yazardır. Yayınevi de sayesinde epey ciro yaptı. O dönemki Aslı Erdoğan çılgınlığının iyi tarafı, haksızlığa uğramış bir yazara destek vermekti. Şimdi yine gündemde. Bence yine haksızlığa uğruyor. Yine özel bir ilgi oluyor mudur kitaplarına acaba? 
Birkaç yıl önceki fırtına dinip Erdoğan cezaevinden çıktıktan sonra, şerefine Kırmızı Pelerinli Kent'i okuyayım demiştem ben de. Bu kitapta Aslı Erdoğan'ın iki yıllık Rio macerasını anlatıyor. Otobiyografik metinde, korku dolu sokaklar, uyuşturucu, seks ve insan kaçakçılığı resm-i geçit yapıyor. Şehrengiz niteliği de taşıyan Kırmızı Pelerinli Kent, yazarın Rio'ya egzantrik bir macera yaşamak için gittiğini ve inatla orada kaldığını, bunu da o macerayı kitaplaştırmak için yaptığını düşündürüyor. En az bir kez Aslı Erdoğan okunmalı bence. 

Aslı Erdoğan halleri


Çöp okurluktan bahsetmiştim ya, geçen yıl kitap fuarında dolanırken Dergah Yayınları standında Mustafa Kutlu kitaplarından oluşturulmuş uçsuz bucaksız bir evrenle karşılaştım. Muhafazakar okurun ve kimi yazarın kıblesi gibi olduğundan çoktandır merak uyandırıyordu bende Kutlu. Uzun Hikaye adlı romanı filme çekilmişti. Aşağıda kitap kapağını görünce filmi hatırlayabilirsiniz. Bir tane alıp okuyayım dedim. Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı adı dikkatimi çekti. Kitabın arka kapak yazısı yoktu. Bazen böylesi daha iyi oluyor. Çünkü arka kapak yazıları çoğunlukla yanıltıcı oluyor. Neyse efendim, aldım ve okudum. 
Yazarın hikaye demeyi tercih ettiği bu novella, anlatıcının şehirde gezerken rastladığı bir tarihi binanın içinde faaliyet gösteren köhnemiş, bürokrasiye teslim olmuş devlet dairesinde çalışan Tahir Sami Bey’le olan sohbetine dayanıyor. Bu sıradan ama tutkulu adamın herkesinkine benzeyen fakat koleksiyonculuk ve münzevilik sebebiyle herkesten biraz farklılaşan hikayesi anlatılan. 
Kitap, sağ cenahtan bir edebiyatçının ahlaki tutuculuk ve maneviyatçılıkla imtihanı aynı zamanda. Yazar imtihanı geçemiyor bence. Üslubu da, dili de yavan ve yetersiz kalıyor. Ama çok da iddialı olduğu hemen anlaşılıyor. Tavsiye etmiyorum.

Yazarın en bilinen romanı.


Mark Haddon'un Süper İyi Günler'i, 15 yaşındaki otistik Christopher’ın komşunun köpeğinin katilini bulmak üzere giriştiği serüvenin kendi hayatıyla ilgili dramatik gerçekleri öğrenmesiyle nihayetlenen hikayesi. Kitap edebi bir eser olarak okumaya değer fakat bir başka önemli özelliği, otizm farkındalığı yaratmak ve otistik bir çocuğun dünyasını anlamaya teşvik etmek. Son aylarda Mucize Doktor dizisi ile yapılmaya çalışılan da bu. 
Çok zeki, iyi bir gözlemci olan yazar, bedensel ve zihinsel engelli çocuklarla çalıştığı yılların ürünü olan bu romanda, sosyal ilişkilerin dışında kalmış bir çocuğun hayata daha derinlikli bakabildiğini ve daha saf ve entrikasız yaşayabildiğini gösteriyor. Bence okuyun. Hatta ben doyamayıp yazarın Küçük Bir Sıkıntı adlı romanını da aldım. Roman bizde çok tutuldu. Baksanıza tiyatro oyunu bile olmuş.

Bir başka Mucize Doktor hikayesi


6.27 Treni'nde bir kağıt öğütme tesisinde çalışan kahramanımız, okumaya ve hayal kurmaya meraklı, merhametli ve mütevazi bir kişidir. Makinadan kurtardığı roman ve hikaye parçalarını her sabah 6.27 treninde yolculara okur. Aleksandrin türü metinler yazan ve çok enteresan bir kişilik olan bekçiyle de ahbaplık etmektedir. Bir gün trende bulduğu bir flash bellekte, kendisi gibi sıradan bir tuvalet bekçisi kızın günlüğüne rastlar. Hayatının akışı değişir. Jean-Paul Didierlaurent'in bu romanını hararetle tavsiye ederim. 

Demiryolu hikayeleri hep cezbeder



Kırmızı Pelerinli Kent, Aslı Erdoğan, Everest.

Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı, Mustafa Kutlu, Dergah.

Süper İyi Günler, Mark Haddon. Çev. Övgü Doğangün, İş Bankası.

6.27 Treni, Jean-Paul Didierlaurent, Çev. Aysel Bora, Can

21 Eylül 2019 Cumartesi

Suyun üstünde kalmanın yolları



Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir kötülük ve buna karşılık suyun üzerinde kalma mücadelesiyle geçiyor günler. Daha önce de dediğim gibi, okumak direnmektir. Ayrıca arada ufak tefek iyi şeyler de oluyor. İyi kitaplar okunuyor mesela...

Bu seferki dörtlüden ikisi biyografi/nehir söyleşi. Her ay bir biyografi/otobiyografi okumasam olmuyor. Başkalarının hayatlarını ille de dikizleyeceğim. 

Gelelim kitaplara: ilki bir polisiye. Deniz Gürsoy bir yemek ve yemek tarihi yazarı. Sofra adlı şirketin yöneticisiyken başlamış bu işe. Bu konuda çok kitabı var. Rakı, hamsi, köfte, çay, kahve, şarap, çikolata, baharat ve hatta tekne sofraları, seyyar satıcılar... Saymaya sayfalar yetmez.

 İlk kez polisiye türünü denemek istemiş: İlk İntikam. Kitabın kahramanı Komiser Nazlı. Gürsoy'un serinin devamını getireceğini belirtiyor yayıncı arka kapakta. Nazlı, bir kadın komiser, hem de cinsiyet duyarlı, ilkeleri olan biri olduğu için başlarda ilgi çekici. Ama roman çok naif, kalıplara hapsedilerek ilerliyor. Dili de sarmıyor. Tek ilginç tarafı, polis teşkilatı içinde cemaat türü örgütlenmiş bir topluluğa ara sıra gönderme yapması. Bu mevzuyu daha derinlikli olarak ele alsaydı daha ilginç olabilirdi. Tavsiye etmiyorum. Bence siz Gürsoy'un gastronomi kitaplarını okuyun. En kapsamlısı da Gastronomi Tarihi. Ondan başlayabilirsiniz.

Kültür tarihimizde önemli bir karakter. 


Ne Olmuş Güldüysek? genç yaşta kaybettiğimiz gazeteci-yazar Evrim Alataş'ın hikayesi. Hikaye ailesi, arkadaşları tarafından anlatılmış ve Burcu Karakaş tarafından kaleme alınmış. Politize bir çocukluk ve gençlik dönemi, özgür bir ruh, mücadeleci ve esprili bir kişilik Evrim. Kısa hayatına çok iş ve yaratıcılık sığdırmış. Her Dağın Gölgesi Denize Düşer, Biz Bu Dağın Çiçeğiydik ve Mayoz Bölünme Hikayeleri, hem kendi hayatından, hem de Kürt coğrafyasından ses veriyor. Ne Olmuş Güldüysek'in sonunda yer alan, Taylan’a yazdığı mektuplar çok etkileyici. Hakkında yazılanlar da ne kadar derin iz bıraktığını gösteriyor. Okumanızı öneririm.

Diyarbakır ona çok yakışıyormuş.


Güven ailesinin reisinin ölümüyle başlayan olaylar, aile bireylerinin beklenmedik yerlere, yönlere savrulmasıyla devam eder. Bir akademisyen olan Şiir Erkök Yılmaz'ın, üniversitenin kuralcı ve boğucu dünyasından sık sık kaçarak kaleme aldığı romanlardan biri Aile İçi Muhabbet. Cinsiyetçilik, ahlakçılık, aile, kadın-erkek ilişkileri, kariyer, evlilik gibi kurumları sorgulayan bir roman. Ellilerden başlayarak Türkiye’nin geçirdiği dönüşümü de ailenin hikayesine fon olarak kullanmış yazar. Sürükleyici ama edebi değeri çok yüksek değil. 4 Hane 1 Teslim’den sonra yayımlandığı için, onun etkisinde kaldığını düşündürüyor. Ama bu sadece tahmin. 

Aile çoğunlukla cehennemdir.


Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk, Oya Baydar ile yapılmış bir nehir söyleşi. Baydar, özellikle son yıllarda oldukça üretken. Yazdıklarında kendi hayatından fazlasıyla ilham alıyor. Bunu, Melek Ulagay ile ortak hazırladıkları Bir Dönem İki Kadın adlı söyleşiye bakarak anlayabiliyorsunuz. Bu kitapta Baydar'ın anlattığı hikayelere, anılara, anekdotlara, yaptığı analizlere başka kitaplarında rastlamış bile olsanız, Aşktan ve Devrimden Konuşmaktan hiç bıkmayan Baydar'dan sıkılmıyorsunuz.  Ebru Çapa, İstanbul’dan Frankfurt’a ordan yine İstanbul’a uzanan politik, hüzünlü ve mücadeleci bir hayatı güzel anlattırmış Baydar'a. Bu kitabın bana düşündürdüklerini Sürgün ile Muhreç başlığıyla gazeteduvar'a tafsilatlı olarak yazmıştım. Linkini şuraya bırakayım merak ederseniz: https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/09/14/surgun-ile-muhrec/

Kedisiz bir Oya Baydar düşünülemez.




İlk İntikam, Deniz Gürsoy, Maceraperest.
Ne Olmuş Güldüysek, Evrim Alataş Kitabı, Haz. Burcu Karakaş, Ayizi.
Aile İçi Muhabbet, Şiir Erkök Yılmaz, YKY.
Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk, Oya Baydar ile nehir söyleşi, Ebru Çapa, Ağaçkakan.

10 Ağustos 2019 Cumartesi

Anılı romanlar ve "roman gibi" hayatlar




Peride Celal'i yine ablamın kitaplığındaki Üç Kadın ile keşfetmiştim. Sonra arka arkaya tüm kitaplarını okudum. Kurtlar ve Üç Yirmi Dört Saat hariç. Kurtlar''ı okumaya teşvik edense T24'teki şu yazı oldu: https://t24.com.tr/k24/yazi/peride-celal-munevver-andac,1683
700 sayfalık bu romana Celal otofiction diyor. Okur ister istemez metinde ondan izler arıyor. Nitekim var. Mesleğe gazeteci olarak başlayışı, İsviçre’de Yakup Kadri’nin büyükelçi olduğu dönemde geçirdiği yıllar, aşkları, evliliği... Kendine acımasız eleştiriler yöneltiyor yazar Kurtlar'da. 
Roman bir günde geçiyor ve yazarın kocası öldükten kısa süre sonra üzerinde çalışmaya devam ettiği otobiyografik nitelikler de taşıyan romanını bitirememesi ve bu sebeple çektiği acıları, tereddütleri, vazgeçişleri ve geri dönüşleri konu ediyor. Fonda da yetmişli yılların kaotik, kıyıcı, şiddet dolu ortamı, antientelektüalizm ve komünizm düşmanlığının saldırganlığa dönüştüğü toplumsal ortam var. Kurtlar her ideolojiden çıkarcı, saldırgan, egoist, düzene uyan bireylere gönderme yapıyor. Bu romanı yetmişli yaşlarında yazan 1915 doğumlu yazar, bundan sonra edebi değeri yüksek birkaç roman daha yazıyor. Bu romanla da 1991’de Orhan Kemal armağanını kazanmış. Kurtlar'ı tavsiye ederim. Ama sağanak gibi malumat ve gönderme yağdıran romanda her şeyin yerli yerine oturabilmesi için önce linkteki yazıyı okumanız gerek.


Soldan sağa Efser Berk, Sait Faik, yanında Münevver Andaç, Peride Celal ve Nazım



Jean-Louis Fournier tüm ailesini sırayla kitaplarına konu ediyor. Bu kez de Kuzey Denizi’nden gelen, onun soğukluğunu taşıyan cefakar annesini anlatıyor. Bir anneden bir eş, bir evlat, bir öğretmen, bir memur, bir büyükanne ve bir birey çıkarıyor. Onunla halleşiyor, dertleşiyor, hesaplaşıyor. Fakat Fournier'ye bağlanmak için tabii ki Nereye Gidiyoruz Baba?

Kuzeyli annenin elde kalan gençliği



Georgi Gospodinov'un Doğal Roman'ı kaçırılmayacak bir metin. Eşinden yeni boşanmış genç yazarın, hem bu travmayı atlatmaya, hem de dünyayla baş etmeye çalışmasına şahit oluruz. Doğayı, insan, hayvan ve bitkilerin doğal fonksiyonlarını şiirsel bir dille anlatıyor Gospodinov romanda. Zaman zaman çocukluğuna, gençliğine dönüyor. Evliliği, ebeveynliği, modern hayatı felsefi ama gündelik bir üslupla sorguluyor. Çeviri de çok iyi.

Gospodinov. Sırada Hüznün Fiziği var.


Cumhuriyet Gazetesinin sacakaylarından Ali Sirmen, Cumhuriyet’teki kopuş sürecini, bunun nedenlerini kendi zaviyesinden ve politik duruşuna dayanarak değerlendiriyor Bir Eski Cumhuriyet İçin'de. Ama bu arada uzun uzun gazetecilik hayatı, gençliği, Barış Derneği davasından Sağmalcılar’da geçirdiği zamanları anlatıyor. Hatta kitabın sonunda uzun bir bölüm bu mahpusluk günlerine ayrılmış. Biliyorsunuz, Cumhuriyet Gazetesi'nde sık sık yaşanan krizler birçok gazete yazarı ve hatta ortaklardan biri, Emine Uşaklıgil tarafından kitaplaştırıldı. Bir de bu zaviyeden bakın. Ali Sirmen'e hiç ısınamadım. Ama anı okumak ve farklı insanların aynı olaylara nasıl yaklaştıklarını görmek önemli. 

Sirmen cezaevinden çıkıyor, eşi ve U. Mumcu tarafından karşılanıyor.



Kurtlar, Peride Celal, Can.
Kuzeyli Annem, Jean-Louis Fournier, Çev. Aysel Bora, YKY.
Doğal Roman, Georgi Gospodinov,  Çev. Hasine Şen Karadeniz, Metis.
Bir Eski Cumhuriyet İçin, Ali Sirmen Anlatıyor, Haz. Ümit Aslanbay, İmge.


21 Temmuz 2019 Pazar

Bu yazıda boş yok



Bu yazıda boş yok. Birazdan bahsedeceğim dört kitabı da okumanızı öneririm.

Dişi kod adlı kahramanımız kentli, entelektüel ve beyaz bir yazardır. Gençlik günleri geride kalmaya başlamış ve aşk hayatı hayal kırıklıklarından ibaret olmuştur. Duygusal ve cinsel arayışlar içindedir. Bu arayışlar, gökyüzünde Eros tarafından yakından izlenmektedir. Aslı Tohumcu'nun Durmadan Leyla'sının kahramanı Bridget Jones'u anımsatıyor ama kolay lokma değil, çünkü fonda politik eleştiri ve alışılmadık cinsel göndermelerle ilerliyor. Kitap hakkında Aslı ile t24 için bir söyleşi yapmıştık. Buyrunuz linki: https://t24.com.tr/k24/yazi/asli-tohumcu,1796?fbclid=IwAR1H0W50OzVqjCXdH6WW01x_mzjU9bDIYT0CePpqYPbNQgJq43UzaTtdWfw

Taş Uykusu tanıştırmıştı bizi


Benli Belkıs, arşiv taramalarımda, balo salonlarında, turistik gemi turlarında, kokteyllerde, gazinolarda hep karşıma çıkan, memleketimizde eşine az rastlanır, Avrupai bir salon kadınıydı. Eski gazeteci Şaziye Karlıklı, zamanında biriktirdiği, arşivden topladığı belgelerle tarihte iz bırakmış kişilerin hayatlarını yazmaya karar vermiş. Bunlardan ilki Benli Belkıs olarak anılan Belkıs Söylemezoğlu. Babası Cumhuriyet’e muhalif bir paşa. M.Kemal’i durdurmak için görevlendirilmiş padişah tarafından. Ömrü boyunca, af yasasıyla Türkiye’ye geldiğinde bile rejim muhalifi olmuş. Annesi bir Yahudi. Babasının ikinci karısı ve bir dansöz. Belkıs ve kardeşleri sürgündeki babalarından uzakta, annelerinin baskıdan uzak terbiye anlayışıyla ve güzelliklerinin, çekiciliklerinin farkına vararak büyüyorlar. Belkıs, cemiyet hayatının önemli isimlerinden oluyor. Beş evlilik yapıyor, şaşaalı bir hayat yaşıyor ve hayatının önemli bölümünü Avrupa’da geçiriyor. Eğlenceye düşkün, hedonist ama bir yandan da okuyan, eli kalem tutan, uyanık bir kadın. Pervasız ve genel ahlak anlayışını hiç takmıyor. Mutlaka okuyun Belkıs'ın hikayesini. 

Bu dergiye Belkıs kapak olmayacaktı da, kim olacaktı?


Eski ve tecrübeli gazeteci-yazar Can Kozanoğlu, kendisine sipariş edilen sosyolojik analiz kitabını bir türlü kotaramadığı için, Mirgün Cabas'la tam anlamıyla ağız ağıza verip söyleşi formuna bürünmüş bir kitap ortaya çıkarmış: Bıçkın ve Ağlak. Cabas, Kozanoğlu’nun yakın dostu ve eski mesai arkadaşı olduğundan, daha da önemlisi kafa dengi olduklarından söyleşi akıcı ve hasbıhal havasında ilerliyor. Ama yer yer körler sağırlar birbirini ağırlar formuna da bürünmüyor değil. Kozanoğlu bazen “hah” diyeceğiniz tespitler, bazen “yuh” diyeceğiniz yorumlar yapıyor. Bence kendisi de bundan memnun olurdu. Zeki, sivri dilli, yer yer itici ama renkli bir adam. Bu arada, kitabın adı da dönemin muktedirlerini gayet isabetli bir şekilde isimlendiriyor.

Eminim bir araya geldiklerinde lafı birbirlerinin ağzından kapıyorlardır


Roni Margulies, İstanbul’da Yahudi olmak serüvenini kendi ailesi ve çocukluğundan itibaren tanıdığı Yahudi aileler üzerinden anlatıyor. Ailem ve Diğer Yahudiler. Dünyanın farklı yerlerinden gelmiş/kaçmış veya Türkiye’de doğup büyümüş bu Yahudiler bir türlü yerli sayılmıyorlar. İçlerine kapalı yaşıyorlar. Çocuklarını kendi kültürleriyle yetiştiriyor ve mümkün olursa dünyanın başka ülkelerine gidiyorlar. Margulies, aynı zamanda geçmişe ve çok az ferdi hayatta kalan ailesine duyduğu özlemi de dile getiriyor. Eğer severseniz, ki bence seveceksiniz, yine bir cemaat ve aile anlatısı olan ama tabii siyasi tarihimize ulusal kültürümüze bir bakış da içeren Bugün Pazar, Yahudiler Azar'ı da okursunuz. 

Şiir de yazıyor.


Durmadan Leyla, Aslı Tohumcu, İletişim.
Benli Belkıs, Şaziye Karlıklı, Doğan Kitap
Bıçkın ve Ağlak, Can Kozanoğlu, Söyleşi: Mirgün Cabas, Can.
Ailem ve Diğer Yahudiler, Roni Margulies, Everest.

9 Temmuz 2019 Salı

Kitap seçimi mühim


Son yıllarda kitap seçiminde sık sık hata yapıyorum. Fikrine güvendiğim ve beğenilerimizin ortak olduğu arkadaşların önerileri ile Adnan Bostancıoğlu'nun  Ntv Radyo'daki Köşedeki Kitapçı programındaki tavsiyeleri genelde karşılık buluyor fakat kitap vlog/bloglarından, kitap eklerinden (ki artık pek yok), kitapçıların yeni çıkanlar rafından bakıp satın aldıklarım çoğunlukla hayal kırıklığı ve okunacak bu kadar şahane şey varken zaman kaybı oluyor. Alef Yayınevi ile Jaguar hala beni yanıltmıyor. Hep Kitap kapanmayaydı, iyiydi. Yüz Kitap Yayınevi de iyi diyorlar. Ama gel gör ki öykü okumayı sevmiyorum. Yine de ordan alınmış birkaç kitabım var. 

Bu yazıda ordan burdan duyup, şurda burda gördüğüm dört kitaptan bahsedeceğim yine. İlki Andrea Camilleri ile Carlo Lucarelli'nin Kırmızı Balık Cinayeti. Bunu Ankara Kitap Fuarı'nda, Sel'in indirimli kitaplar reyonundan almıştım. Her fuarda oraya uğruyorum. Bir kısmı pişman etmiyor aldıklarımın. Bu kitap da bir polisiyeydi. 
İtalya’nın ünlü polisiye yazarlarından olan ve aralarında 40 yaş bulunan iki yazar, haklarında çekilen bir belgesel esnasında ortak bir polisiye yazmaya karar veriyorlar. Polisiye, her iki yazarın kahramanları olan ünlü dedektiflerinin mektuplaşmalarıyla ortaya çıkarılacak, derin devletin de içinde bulunduğu bir cinayeti çözme sürecini anlatıyor. Vakitsizlikten çok uzun zamanda tamamlandığını önsözden öğrendiğimiz bu çok kısa roman, aslında çok ilgi çekici bir teknikle ve cazip bir üslupla yazılmasına rağmen, beklentiyi karşılamıyor. Ama fikir harika değil mi? Keşke daha ince işleyebilselerdi. Yine de okumaya değer.


Tek kitabın, aralarında kırk yaş olan iki müellifi, Camilleri ve Lucarelli


Şahende Hanım'ın Suzişli Hatıraları'nı İş Bankası Kültür Yayınları'nın kitap standına uğradığımda gördüm. Anı, biyografi, otobiyografi, mektuplaşma ve benzeri metinler beni cezbediyor demiştim. Kitapçının anı/biyografi rafına yaptığım ziyarette hep unutulmaz kitaplar buluyorum. Bu da öyle bir kitaptı.
Şahende Hanım, kocası Kemal Bey’in kurucularından olduğu cemiyetin (Cemiyet-i Hafiye) faaliyetleri yüzünden tutuklanır. Kocası yurtdışına kaçmıştır. Tek kadın sanık olduğu için bir polis memurunun evinde tutulur. Bu arada dayısı Kemalettin Bey de isim benzerliğinden dolayı tutuklanır ve Bekirağa bölüğünde işkenceye maruz kalır. Şahende Hanım bu duruma çok daha fazla üzülür. 84 günlük hapisliğine katlanmak için bir de günlük tutar. Kitabı yayına hazırlayanın bu günlüğü ele geçirmesiyle başlar serüven. Şahende Hanım, çok pesimist, çok müşteki ve sabırsızdır. Kaderine, kocasına lanetler yağdırır. Sürekli af dileyen arzuhaller yazar emniyet teşkilatına. Tutukluluğunun son günlerinde üç çocuğu ve annesini görmesine izin verilir. Hatta çocuklarını yanında tutar. Kitabın kısa bir bölümü bu günlükten oluşmakta iken geri kalanı dönemin atmosferini, günlükte adı geçen kişi ve kurumları ele alıyor. Son bölümde ise basında Cemiyet-i Hafiye davası ile Kemal Bey’in ailesine yurtdışından yazdığı kartlar var. Hem bu davanın seyrini takip etmek, hem de Osmanlı döneminde kadınların cezalarının nasıl infaz edildiğini öğrenmek bakımından tavsiye ediyorum. 

Şahende Hanım'ın ardında bıraktıkları


Böyle adı ve konusu çok havalı ama içi boş teze çok denk geldim. Bu da onlardan birinin kitaplaştırılmış hali: Bir Muhabbet Kuşu, Postmodern Göstergeler Işığında Zeki Müren. Yazarları Şeyma Ersoy Çak, Şefika Şehvar Beşiroğlu. Kitabın adını görünce atlamıştım. Çünkü gerçekten analitik bir metin olduğunu, bir sosyoloji tezi olduğunu düşünmüştüm. Oysa Müren’in sanat hayatı ve azıcık da (edepli bir şekilde) özel hayatının hikayesini okumuş oldum. Hangi filmde hangi şarkıları söylemiş, elbiselerine ne ad vermiş, repertuarında neler varmış. Tamam bunlar önemli ama bir analizin malzemesi olursa önemli böyle bir kitap için. Bildiğimiz biyografi bu kitap ama envanter çıkarma biçiminde bir biyografi. Onca liste, şarkı ismi, film adı, gazino adları sıralamanın bir gayesi olmalıydı. Oradan bir çıkarım yapılırdı. Maalesef yok. Bir de aralarda çiçeği burnunda bir lisans öğrencisine anlatır gibi anlatılan modernizm-postmodernizm tartışmaları. Asıl kaynaktan değil de, aktarandan alınan metinler. Evlere şenlik. Vaktime ve parama yazık oldu. Jüride olsam geçirmem bu tezi. Otur sıfır!

Cazip kapak, güvenilir yayınevi fakat netice hayal kırıklığı


Bilgi Yayınevi'nin sahibi rahmetli Ahmet Küflü, ki kendisiyle ölmeden önce uzun bir sözlü tarih görüşmesi yapmıştım, o görüşmeden de bilahare bahsetmek isterim, dostu Mete Akyol’un çıkardığı Bütün Dünya’da yayımlanan yazılarından bir seçki yapmak istemiş. Ortaya bu kitap çıkmış: Bir Başkadır Benim Mesleğim. Bu kitap, uzun yıllar yıldız bir gazeteci, röportajcı, muhabir olan Akyol’un daha önce Hem Yaşadım Hem de Yazdım adlı anı kitabında anlattığı birçok olayı içeriyor. Ama orada yazmadıkları da var. Politik olarak bana uzak olsa da, iyi ve cevval bir gazeteci. Mesleğine değer veriyor ve titiz. Gözünü budaktan esirgemiyor. İyi aile çocuğu olması, iyi yabancı dil bilmesi de yükselmesinde etkili olmuş. Babası milletvekili ve işadamı Akyol'un, daha çocukluğunda siyasetçiler ve gazetecilerden oluşan bir çevrede büyümüş. Fırlama olarak tanımlayabileceğimiz Akyol, yakın tarihe dair renkli sahneler de anlatıyor. Yakın tarihle ilgilenen, siyasete merak saran herkes en az bir Mete Akyol kitabı okumalı. 

Acar muhabirimiz Celal Bayar'ın afla Kayseri Cezaevi'nden çıkışında da orda. Sağ arkada.


Kırmızı Balık Cinayeti, Andrea Camilleri, Carlo Lucarelli, Çev. Güliz Akyüz Yıldırım, Sel.

Şahende Hanım’ın Sûzişli Hatıraları, 1910 Cemiyet-i Hafiye Davasının Tek Kadın Sanığı, Haz. A. Filiz Evcimen Salıcı, İş Bn.

Bir Muhabbet Kuşu, Postmodern Göstergeler Işığında Zeki Müren, Şeyma Ersoy Çak, Şefika Şehvar Beşiroğlu, Tarih Vakfı.

Bir Başkadır Benim Mesleğim, Mete Akyol, Bilgi.

11 Haziran 2019 Salı

Suat, Philip, Kjersti ve Halid


Geçtiğimiz dönem okuduğum dört kitabı daha sizinle paylaşayım istedim. İlki, son zamanlarda popülarite kazanan Suat Derviş'in anıları: Anılar, Paramparça. Derviş'in çok fırtınalı bir hayat hikayesi var. Kendisi cesur, hırslı ve yetenekli bir kadın gazeteci/yazar. Çoğu kişi yıllarca onu erkek yazar zannetti. Kendisi de gazeteciliğe başladığında, piyasada kabul görebilmek için erkek olduğunu düşündürecek takma isimler kullanmış. Cahit Uçuk ve Selçuk Baran da isim tevziatımıza kurban giden ve erkek sanılan yazarlardanlar. 

Derviş, yaşarken politik nedenlerle ve kadın olduğu için uzunca süre yazın ve basın hayatından dışlanmış. Oysa onlarca kitabı var. Çoğu roman. Gezi yazıları, siyasi metinleri de var. 16 yaşında başladığı yazarlıkla hayatını kazanmış hep. Çok kez evlenmiş. Üç kocası da şöhretli. Gem vurulmaz, yılmak nedir bilmez bir kadın. Bu kitaptan, çocukluğundan başlayarak anılarını kaleme almaya karar verdiğini anlıyoruz. Ama çocukluğunun ötesine gidemeden sağlığı bozulup ölmüş. Çocukluk anılarının ardına gezi yazılarını ve Almanya'da yazarak hayatını kazandığı yılları eklemiş yayınevi. Röportajlar ve son olarak da yeğeni İsmail Dervişoğlu'nun ağzından aile hikayesini eklemiş. 

Şimdiye kadar sadece Aksaray'dan Bir Perihan'ı okumuştum. Hikaye çok ilginç fakat anlatım zayıftı. Bu kitapta ise çocukluğunu anlattığı kısımda anlatım da içine çekiyor insanı. Ama kitabın geneline bakınca, Derviş'in edebi kuvvetinin az olduğuna kanaat getirdim. Bir de, bir devşirme olan dedesi Mehmet Emin Derviş Paşa'nın hayatını çok ilginç buldum. Kendisi yurtdışına okumaya gönderilen bir kimya ve fizik otoritesi. Bir bürokrat ve padişah tarafından zehirlenerek öldürüldüğü söylenen bir alim. Keşke onun hikayesi de yazılsa. Ama bir kadının hayatını hikaye etmesi, dile gelmesi her zaman büyük bir kazanımdır. Mutlaka okuyun, derim.

Hep ortalıkta, hep aktif, sokak röportajlarıyla maruf bir Suat.


Belki ayıplayacaksınız ama Philip Roth'u ilk kez okudum. Sokaktaki Adam'la başlamış oldu serüvenim. Çok iyi edebiyatçı olmasına rağmen, çok eril. Bir erkeklik manifestosu gibi kitap. Erkekliğin kaybı bile bir kibirle anlatılmış. Ursula Le Guin Roth için "çok erkek bir yazar", demiş. Haklı. Ben bu eril damarı göz ardı etmeyi başaramadım. Başaranlar var. O kadar iyi edebiyat olmasına karşın, ikinci bir kitabını okumak içimden gelmiyor. Fakat bana güven olmaz. Eski bir reklamcı olan kahraman, 11 Eylül saldırılarından sonra New York'tan taşınmış ve bir sahilde yaşamaya başlamıştır. Kitap, onun ölümüyle açılır ve geçmişle hesaplaşması ile devam eder. Her şeye rağmen okunulası.

Erkek dediğin...

Unutamayacağım romanlar arasına aldım Kjersti Skomsvold'un Hızlandıkça Azalıyorum'unu. Yahu bu Kuzeylilerin kalemleri efsunlu mu? Polisiye desen bunlar, psikolojik gerilim desen bunlar, iyi edebiyat desen bunlar. 

Mathea ile Epsilon diye seslendiği kocası, içlerine kapanık bir hayat sürdürürler. Mathea ev kadınıdır, sosyal ilişkilerden, dünyadan adeta ürkmektedir. Kocası istatistik meraklısıdır ve sayısal veriler toplayan bir devlet kurumunda çalışır. İkisi de zeki insanlardır. Mathea esprili ve yaratıcı bir kadındır. Biz yaşlılık ve birbirlerinden kopma dönemlerine tanıklık ederiz. Yaşlanmak, ilişkiler, sosyal hayat, öteki, dünya ve ölüm hakkında çok güzel bir kısa roman. Jaguar, kitabın sonuna: “Mutlu azınlığa!” ithafını koymuş. Haklı! Ne mutlu bu kitabı okuyanlara!

Kapağın güzelliği ayrı bir övgü mesaisi gerektiyor


Bak sen, diziye de malzeme etmişler


Halid Ziya'nın 1908’de Sabah Gazetesi’nde tefrika edilen bir romanı Nesl-i Ahir. Sahaf'tan almıştım bir Ankara TÜYAP'ında. Uzun bir istibdad döneminin ardından refaha kavuşan matbuat alemi, çok renklenmiş, muhalif sesler çok gür duyulmaya başlanmıştı. İstibdad devrinde baskı altında tutulanlardan biri de Halid Ziya idi. Bu devir bitince, kendisi taltif edilip yüksek bir mevkiye tayin edildi.  İşlerinin yoğunluğuna rağmen, gazetelerden gelen yazı tekliflerini de geri çevirmedi ve rekor düzeyde yazı yazdı. Bu tefrika da bunlardan biri. İş yoğunluğu sebebiyle zor razı olmasına rağmen beş yüzden fazla sayfa süren bu roman, Abdülhamid’in son dönemini ve yeşeren, güçlenen İttihad ve Terakki hareketi ile 1908 devrimine giden süreci anlatıyor. 

Süleyman Nüzhet, adeta sürgün edilmiş eski bir diplomattır. Paris’ten İstanbul’a dönmek üzere bindiği gemide karşılaştığı İrfan ve Şakir’le yakın dost olurlar. Her üçünün İstanbul’da karşılaşacakları sorunlar ve imkanlar ülkenin içinde bulunduğu durumu göz önüne sermek için vesile olur. Yandaşlık, kayırmacılık, ihbarcılık, zulüm döneme damga vuran özelliklerdir. Bu kaosun içinde direnmek ve hayatta kalmak için mücadele edenlerle, bu zulmün parçası olanlar romanda resm-i geçit yapmaktadırlar. Bir yandan da kadınların sürükledikleri özel alan, gündelik hayat, sosyal ilişkiler ayrıntılarıyla anlatılır. Diğer romanlar kadar edebi zevk vermese de, ülkenin politik bir dönemini ayrıntılarıyla analiz etmesi bakımından önemli. Bir de tabii, güneşin altında yeni bir şey yok, dedirtecek kadar günümüz Türkiye'sinin benzeri. Tüm eserleri İletişim Yayınları ve başka yayınevleri tarafından yayımlanan Halid Ziya'nın bu romanı eski baskılarda kalmış hala. 

Böyle yalın kapakları da seviyorum


Anılar, Paramparça, Suat Derviş, İthaki.
Sokaktaki Adam, Philiph Roth, Çev. Kaya Genç, YKY.
Hızlandıkça Azalıyorum, Kjersti Skomsvold, Çev. Deniz Canefe, Jaguar.
Nesl-i Ahir, Halid Ziya Uşaklıgil, Düzenleyen Şemsettin Kutlu, İnkılap Yayınevi.

5 Mayıs 2019 Pazar

Hangi Kitapta Kalmıştık?





Ankara kitapçı bakımından zengin bir şehir. D&R'ın alternatifi var en azından. Çok sayıda sahaf da... İndirimli kitap alabilecekleri yerleri bilir buradaki kitap bağımlıları. Hem indirimli alır, hem de küçük esnafı desteklemiş olurlar. Kızılay metrosunun altında da bir kitapçı var. Adı Kitap Fuarı gibi bir şey, hatırlayamadım şimdi. Dini içerikli kitaplar ve best seller'lar ağırlıklı olmakla birlikte, indirimli reyonlar da var. geçen kış, Adam Yayınları'nın deposunda kalan kitapları toptan aldığı ve ucuza sattığı şayiası yayılınca ben de uğramıştım. Başka Adam yayınları kitaplarıyla birlikte Şimdi Uzaklardasın'ı da aldım ordan. Kitap, şiir eleştirmeni - ki bu mesleği icra eden insan sayısı azdır bizde - ve yazar Mehmet H. Doğan'ın kendi hayatından kesitlerle, artık hayatta olmayan sevdiklerini, şairleri, yazarları anlattığı bir anı kitabı. Eşinin acısının hakim olduğu anlatıda, Halikarnas Balıkçısı, Aziz Nesin, Hayalet Oğuz, Edip Cansever, Cemal Süreya, Bilge Karasu ve Metin Altıok'un bilinmeyen yönleri, ilginç anılar, fotoğraflar eşliğinde anlatılırken, ülkenin kültür ve sanat tarihi de anlatılmış oluyor haliyle. Bu kitapta beni şaşkına çeviren bilgi, yazarın hemşehrisi olan Hasan Hüseyin'in ilkgençliğinde gözünü budaktan esirgemeyen bir ülkücü olmasıydı.

Mehmet H. Doğan adına ödül de veriliyor.


Agota Kristof'un Büyük Defter, Kanıt, Üçüncü Yalan kitabını polisiye seven bir arkadaşım tavsiye etmişti. Hiç Kostof okumamıştım. Baskısı yok sanıyordum ve imdadıma eski öğrencilerimden biri yetişti: metnin hayrına pdf yapılmış bir kopyasını yolladı. Üç kitap birarada basıldığı için sayfalarca süren metnin çıktısını alıp okudum. Kitap okuma tecrübesinden farklı ve yorucu bir tecrübeydi. Ama iyi ki de okumuşum. Yapı Kredi Yayınları'nda hala baskısı olan kitap bir üçleme. 2. Dünya Savaşı yıllarında, diktatörlük rejiminin sultası altındaki Orta Avrupa şehirlerinde geçiyor. İkiz kardeşler Claus ile Lucas'ın ne kadarı gerçek, ne kadarı hayali olduğu anlaşılamayan hikayeleri. Savaşın travmaları, komünist rejimin totaliter yanı, Nazizmin vahşeti, şefkat, zulüm, açlık, kimsesizlik üzerine unutulmaz bir roman. Yazarın kendisi de bir muhalifmiş ve zor bir hayatı olmuş.

Kristof'un kadın olduğunu bilmiyordum.


Alternatif bir Cumhuriyet tarihi gibi İpek Çalışlar'ın Latife Hanım'ı. Latife'nin evrak-ı metrukesini inceleyen Reşat Kaynar, "Latife Hanım'ın belgeleri incelenmeksizin devrim tarihinin, daha doğrusu Cumhuriyet tarihinin yazılması mümkün olmaz" demiş. Doğru. Çok etkili ve güçlü bir kadın. Ama hırslı ve hırçın da. Olumsuz karakter özelliklerinin ve erkek egemen ittifakın ceremesini, ömrünün geri kalanını unutuluşa ve nefrete gark edilerek çekiyor. Ziyan olmuş bir hayat. Oysa çok büyük hamlelere ön ayak olabilirdi. Metin boyunca yandan ağır ağır bir başka anlatı nehri akıyor: ihtiyatlı ve örtük bir Kemalizm eleştirisi. Çok zor bir konuda, olabildiğince eleştirel bir yazma deneyimi.

Etrafında devletlular olmadan ve olgun yaşında bir Latife Hanım.


Hasan Cemal'in, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım başlıklı anı kitabından sonra, Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor da ikincisi. Ama bu tek başına anı denebilecek bir kitap değil. Geçmiş dönemlerin önemli politik olaylarına, kişilerine, sorunlarına dair notlar; güncel sorunlar için de argümanlar, tartışmalar ve eleştiriler var. Bunları yaparken çeşitli şehirlerden, yabancı ülkelerdeki otellerden, toplantılardan bildiriyor. Arada da dedesi Cemal Paşa'ya, anne-babasına, gençliğine, gençliğinin politik ortamına değiniyor. Günah çıkarıyor, kendini savunuyor yahut özeleştiri yapıyor. Özellikle "yetmez ama evet" eleştirilerine, Erdoğan'la bir dönem yakın görüşmelerine, Kürtleri savunuyor olarak nitelendirilmesine ilişkin tartışmalara giriyor. Bu dünyadan gitmeye yaklaşmasının hüznü de hissediliyor satırlarda. Farklı bir gözle yakın tarihe bakmak isterseniz bence okuyun. 

Bir zamanlar Erdal İnönü vardı ve siyaset daha kibarca icra edilebiliyordu


İki yıl önceki kitap fuarından almıştım Ankara'nın Ateştir Yolu'nu. İsmail Bilgin, muhafazakar bir yazar. Hem Ankara Hükümeti'ne dair bir şeyler söyleyecek, hem de Mehmet Akif'i anlatacak diye merakla başladım kitaba. Timaş'tan kitap almak, farklı bir kültürü, dünya bilgisini, kimliği tanımaya kapı aralıyor. Bu kitapta da aslında çok daha incelikli ve heyecan verici bir şekilde işlenebilecek bir hikayeyi, İstiklal Marşı yazarı Mehmet Akif Ersoy ile o zaman 12 yaşında olan oğlu Emin'in Milli Mücadele'ye katılmak için İstanbul'dan Ankara'ya doğru yola çıkışlarının hikayesini anlatıyor yazar. Yollar tehlikeli, vasıta yok denecek kadar az olduğu için o dönem bu yolculuk oldukça meşakkatli ve uzun geçiyor. Ama bize bu macera yerine, hamaset sunuyor Bilgin. Edebi değeri yok ama yakın tarihe dair ilgi çekici bir ayrıntıyı görmemizi ve sağ muhafazakarlığın edebi alemini, değerlerini tanımayı sağlıyor. Aslında 12 yaşında bir oğlanla ihtiyarlamaya yüz tutmuş babasının dostluğu, onları bu maceraya atılmaya sevk eden saikler daha iyi işlenebilirdi.  Akif'in baytarlığı, sporculuğu ve titizliği kayda değer. Boğaz'ı yüzerek geçmiş mesela. Bir de kadınlar bu hikayede mecbur kalınırsa bir serin esinti gibi yüzünüzü yalayıp geçiyor. Tıpkı eski edebiyatın mahremi ifşa etmeme tavrı gibi. Bu kitaptan aklımda kalacak olan, Emin'in de tıpkı babası gibi, unutuluşa terk edilerek ve daha fenası, sokakta donarak ölmesi. Okumasanız da olur. 

Hamaset kapaktan başlar


Şimdi Uzaklardasın, Mehmet H. Doğan, Adam.
Büyük Defter, Kanıt, Üçüncü Yalan, Agota Kristof, Çev. Nahide Dikel, YKY.
Latife Hanım, İpek Çalışlar, Doğan Kitap.
Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor, Hasan Cemal, Everest.
Ankara'nın Ateştir Yolu, İsmail Bilgin, Timaş.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...