30 Mayıs 2015 Cumartesi

Her halkın hikayesi mutfakta pişer

Sevil Atasoy'un Labirent adlı kitabı, adli tıbbı, biz fanilerin idrak edebileceği bir forma sokarak, Türkiye ve dünyadan cinayet, intihar ve örgütlü suç hikayeleriyle örnekleyerek anlatıyordu. O kitaptan unutamadığım bir malumat, bir insanın diş minesi analiz edilerek, onun doğup büyüdüğü, varsa göç ettiği coğrafyalara dair ipuçları elde edilebileceğiydi. Çünkü, yıllar boyu yiyip içtiklerimizin kalıntıları diş minemizde birikiyordu. Bütünlüğünü kaybetse bile bir beden, tek bir diş parçası ihtiva ediyorsa, maktulün kimliği belirlenebiliyordu.
(Sevil Atasoy'un adli tıp uzmanlığını politik duruşuna kurban etmesi ihtimalinin ortaya çıktığı şu olaydan sonra kendisine ihtiyatla yaklaşıyorum, o da ayrı bir
konu: http://www.radikal.com.tr/turkiye/prof_sevil_atasoy_pinar_selekin_patlamayla_neden_iliskilendirildigini_bilmiyorum-1039385)

Bu sersemletici ve aydınlatıcı bilgi, geleneklere, ahlaka, inanca, etnik kültüre bağlı yeme-içme alışkanlıklarımızın, sofra kültürümüzün, yaşadığımız iklimin/coğrafyanın bize sunduğu yiyeceklerin ve bunların yemeğe dönüştürülmesinin kişisel hikayemizin önemli bir parçasını da oluşturduğunu hatırlattı bana.

Aradan uzun zaman geçti. Mutfağa, yemek kültürüne, sofra adabına duyduğum ilgiyi hiç kaybetmedim. Saha çalışması yaparken, makale yazarken masaların üstüne, yer sofralarına hep ısrarlı bir bakış attım. Tez yazdırırken öğrencilerin önüne sürdüm tabakları. Annemin tencerede soğan kavururken söylediği "Sarı kurdelem, sarı" türküsünü, anneannemin yere yaydığı bir örtüye yerleştirdiği tepside, dilini hafif dışarı çıkararak ve sağa sola laf yetiştirerek sardığı sarmaları, annemin has arkadaşı olan ve çok genç ölen Hasibe Teyze'nin evinin arka bahçesinde eski anıları yad ederek yediğimiz bulgur pilavını hep hatırladım.

Geçen haftalarda, dünyanın bir başka yerinde yaşayan ve mutfağın hikayelerimizin bir parçası olduğuna inanan bir kadınla tanıştım: Anya von Bremzen.

Anya von Bremzen, nam-ı diğer Annuşka


Anya, Moskova'da büyümüş bir mutfak kültürü araştırmacısı. Piyano virtüözü olmayı hayal ederken, çeşitli tesadüflerin neticesinde yemek araştırmacısı ve yazarı oluyor.

Yetmişli yıllarda annesi ile birlikte Sovyetler Birliği'nden kaçıp ABD'ne iltica etmişler. Memleketlerindeyken Anya'nın babası onları çoktan terk etmiş. Geride büyükanne ve babalar, teyzeler, dayılar ve kuzenler bırakmışlar. Bir de kıtlık ve siyasi baskı altında anavatan...

İşte Anya von Bremzen, Çarlık döneminde başlayarak günümüze, Rusya, Sovyetler Birliği ve sonra yine Rusya ile ondan kopan ulusların hikayelerini, ağza atılan/atılamayan kotletiler, içilen/içilemeyen votkalar, sofraya konulan/konulamayan Çek kristalleri etrafında ördüğü etkileyici hikayelerle anlatıyor. Hikayelerine, Sovyet Mutfak Sanatı, Yemek ve Hasret Anıları adını vermiş. Özlem Yüksel'in okunaklı çevirisiyle harika bir anı kitabı ile karşılaşıyoruz.

Kapaktakiler Anya ve annesi Larisa
Kitabı okurken, bir yandan da bugün Rusya olarak bildiğimiz ve ondan kopan eski Sovyet Cumhuriyetleri olarak andığımız birçok ülkenin kültürüne, siyasi tarihine dair bilgi ediniyoruz. Mutfak kültürü böyle bir şey işte. Beklenmedik biçimde siyasete, ekonomiye, uluslararası ilişkilere, kültür politikasına, dine, geleneğe teyelleniyor.

Anya'nın anne ve babasının köklerine geri giderek anlattığı Rusya ve Sovyetler tarihi, bu toprakların siyasi baskılar, zulümler, çalışma kampları, etnik temizlik, kıtlıklar, yiyecek-içecek kuyrukları ve otoriteryanizmin her biçimiyle örülü, hüzünlü hafızasını canlandırıyor. Halk kitlesi açlık, baskı ve tehditlerle sindirilmişken, yönetici elitlerin sefa sürdüğü daçalar, uçsuz bucaksız Sovyet coğrafyasından akan gıda maddeleriyle bolluk yanılsaması yaratan bir mutfak kültürüne ilişkin mitik anlatılara dikkatimizi çekiyor yazar.

Sovyet gıda sanayiinin halk komseri Anastas Mikoyan'ın hazırlattığı Sovyet Mutfağı kitabının, bolluğu ve ihtişamı temsil eden açılış fotoğrafı.
Kitaptaki "Lenin Keki", "Kurşunlar ve Ekmekler", "Mısır, Komünizm, Havyar" ve "Kırık Dökük Ziyafetler" gibi başlıklar, sizi neyin beklediğini yeterince anlatıyordur sanırım.

Anya'nın kitabının bir başka ilgi çekici tarafı, bu çalışmayı ithaf ettiği annesinin anti Sovyet tavrının, mutfaktaki becerisinin ve daha da önemlisi hayal kırıklıkları, korkular ve travmalarla dolu yaşamının da hikayesi olması.

Bir korku imparatorluğunun boyalı kuşu olan Larisa, KGB'de üst düzey yönetici olan babasına, tektipleştirici Sovyet eğitim sistemine, onu küçük bir çocukla yalnız bırakan kocasına, muhbir iş arkadaşlarına rağmen iyimser, çalışkan ve cesur bir kadın. Bulduğu ilk fırsatta küçük kızını da yanına alıp ABD'ne kaçıyor ve evlere temizliğe giderek ayakta kalmaya çalışıyor.

Anya ve Larisa pirozkhi yiyorlar.
Modern yaşamın hoyrat akışı ve kuralları mutfaktaki anneleri değersizleştirmeye çalışıyor. Mutfak, ancak pazarlanabilir bir gösteri mekanı olduğunda ya da bir şefle birlikte anıldığında kıymetli. Bunun dışında, özel alana, eve ait olan, dolayısıyla değersiz, bıktırıcı bir rutin.

Anya von Bremzen'in kitabı ise diyor ki: mutfağa giren ve mutfaktan çıkan her şey, kokusuyla, dokusuyla, sesiyle ve tabii ki tadıyla bizi biz yapan hikayelerden biri. Hem kişisel tarihimizi, hem de yaşadığımız kültürün tarihini bu hikayelerle inşa edebiliriz.

2 yorum:

  1. Çok merak ettiğim bir kitap bu. Sipariş verdim hafta ici gelir. Yalnız roman mi merak ettim sanki belgesel tadında gibi geldi. Bir desiparis verirken puntosunu düşünüyor oldum. Okunabilecrk bir puntolarla ise sahane. Teşekkürler tanıtım için sevgiler :)

    YanıtlaSil
  2. Çok iyi kitap. Ama üzülerek söyleyeyim ki, puntosu çok küçük. Göründüğünden daha hacimli kitap yani. Yakın gözlüğü kullanmaya mecbur kaldığımdan beri ben de punto mevzuunu düşünüyorum. Selam, sevgi

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...