15 Temmuz 2015 Çarşamba

Vallah Billah Kesesi

Benim çevremdeki ev kadınlarının kocalarından, hatta ev ahalisinin tümünden gizli bir birikimleri olurdu mutlaka. Kiminin az, kiminin çok. Bu birikim, kocadan veya çocuklardan gelen ufak tefek harçlıklardan yapılabileceği gibi, ağırlıklı olarak ev alışverişinden maharetle arttırılan üç beş kuruş veya kocalar nezdinde de meşru olan paralı "gün"ler sayesinde olabilirdi. Kimi kadın, çocuklarının çeyizi için bile bu keseden harcama yaparlardı. Kocalar birçok şeyi gereksiz görürdü çünkü. Gereksiz gördükleri şeyler için de para vermezlerdi.

Annem bu gizli ve şahsi birikime, tipik bir Orta Anadolu kadını olarak "vallah billah kesesi" derdi. Biraz kafamın çalışmaya başladığı yaşlarda, "Anne ne demek bu yeaa?" diye sormuşluğum vardır. O da bilmiyordu tanımlamanın referansını. Ama tahminen, ev kadınlığının meslekten sayılmamasından mütevellit, hiç bir geliri olmayan annelerin, zor zamanlar veya keyfi harcamalar için ayırdıkları ve aileye/çevreye, yine işsiz sayılmaları dolayısıyla "vallah billah beş kuruşum yok!" deme keyfiyetini veren bir direniş sanatı idi bu birikim. Bu benim tahminim. Bilen biri vardır belki ve bambaşka bir göndermesi olduğunu bildirir bize.

Bilen bilir, alışveriş bütçesinden tasarruf etmek ne zordur... Hem çoluk çocuğun gıdasını kısmayacaksın, hem evi ve giysileri temiz tutacak miktarda temizlik malzemesi satın alacaksın, hem de bundan birazını çaktırmadan ayıracaksın.

Erkeklerin bir kısmı, "Bizim evde İçişleri Bakanı hanımdır" derler kasıla kasıla. Duyan da, adamın karısına büyük bir değer ve sorumluluk verdiğini sanır. Sorumluluk veriyordur, evet ama bu öyle bir sorumluluktur ki, üç kuruş parayla koskoca bir haneyi ayakta tutma mücadelesidir. Erkekler kasar mı kendilerini böyle bir iş için? Üç kuruş ucuza sebze-meyve almak için akşam pazarına gitmek; çevredeki binbir marketten hangisinde deterjanın hangi gün indirimde olduğunu takip etmek; eskiyen kıyafetlerin yerine usulca ve masrafsızca yenilerini koymak için çarşıda taban tepmek.

Neyse, annemin vallah billah kesesine geri dönelim... Annemin bu kesesinden ben de geç haberdar oldum. Olay şöyle gerçekleşti: tek başına ev dışına çıkmaktan biraz çekinen ve hoşlanmayan annem, hiçbir komşu, ahbap bulamadığı durumlarda yanında beni götürürdü. O zamanın Ankarası şimdiki gibi türlü mal ve hizmetin arz edildiği bir "alışveriş cinneti" değildi. Anafartalar Çarşısı, Moda Çarşısı, Hal, taksitle satış yapan YKM, semt pazarları, tuhafiyeciler falan...

Eminim şimdi de öyledir, o zamanlar her kadının sabit bir kuyumcusu vardı. Anneminki Bedri Bey'di. Bedrettin Yetkin, Örnekal Kuyumcusu.

Bedri Bey'in altın ziynet eşyası kutusu.

Hanif Çarşısı, Anafartalar Caddesi'nin giriş katında, eski Adliye'ye yakın, birçok kuyumcunun bir arada bulunduğu bir pasajdı. Biz sağa sola bakmadan Bedri Bey'e giderdik. Çünkü kendisi orta yaş üstü, efendi ve sanırım hacı da olmasından dolayı güven verici bir zattı. Annem onun kendisini kandırmayacağına can-ı gönülden inanmıştı. Havadan sudan sohbet edilir, çaylar içilir ve ben sıkıntıdan patlarken, annem parmağından çıkardığı bir yüzüğü veya kulağından çıkardığı bir küpeyi tarttırıp üzerine para ekleyerek modaya uygun olan bir yenisini seçmeye girişirdi. Uzun zaman alan seçip beğenme seremonisinden sonra, pazarlık seremonisi başlardı. Alçak sesli ve anlayışlı bir pazarlıkçı olan Bedri Bey, bir Orta Anadolu kadını karşısında nasıl sağlam duracağını bilirdi. Bana göre, önceden bir parça yüksek söylediği fiyatı, annemi ikna etmek ve kırmadığını göstermek için azıcık indirirdi.

Annem pazarlıkta karlı çıkmanın gururu ve modern bir takıya sahip olmanın özgüveniyle, Anafartalar Caddesi kaldırımlarını adımlardı. Posta Caddesi'ne yönelir, Miş Miş'e uğrayıp kuruyemiş de alarak Seyran dolmuşuyla eve dönerdik.

Annemin takı zevki, haliyle bana çok kötü görünürdü. Burun kıvırırdım. Annem yıllar içinde, konu komşunun elinde, kulağında,boynunda, kolunda gördüğü takıları, eskilerini verip üstünü tamamlayarak almaya devam etti. Vallah billah kesesi en çok bunun içindi çünkü.

Zamanla o keseden ablam ve bana da harcamaya başladı. Beğenip de alamadığımız bir takı ama mutlaka takı, o keseden gelen destekle alınırdı. Annem, giysi almamıza bozulur, "Çula çaputa para veriyorsunuz" derdi. Bu arada kendisi çok şık ve oldukça pahalı giyinirdi.

Gel zaman, git zaman annem yaşlandı. Daha önceki bir yazımda ("Annemin Karnıyarık Tenceresi") anlattığım gibi kısa sürede hastalanıp öldü.

Ölümünün ardından eşyalarının denizine dalmak zorunda kaldık. Boğulmamak için anıları tazeleyerek, kah hüzünlenip kah gülerek dolapları eşeledik. Anladık ki, annem sağlıklı olduğu son güne kadar vallah billah kesesini muhafaza etmiş. Bizim için artık çok komik olan miktarda para, muhtelif cüzdanlardan çıktı. Bir kısmını ona biz harçlık olarak vermiştik zaten. Ama asıl acıtıcı olan, bir zamanlar burun kıvırdığımız ama annemin modaya uygun diye her sezon yenilediği üç beş takısı, her birinin kime ait olduğunu kendi el yazısıyla belirterek tasnif ettiği kutularda avcumuzun içine düşüverdi.



Bu ayaküstü ve naif vasiyetnamenin altına adını yazması çok acıklı göründü bana. Resmiyet kazandırmaya çalışmıştı herhalde yaptığı bölüşüme. İçinden çıkan bir iki parça, manevi değer taşıyan ve onun mütemmim cüzü olan şeylerdi. Mesela:


Bir de istisnai olarak hep çok beğendiğim ve annemin gençliğinden kalma şu küpeler:



Anne, vallah billah böyle bir keseye sahip olmayı beceremedim. Olmuyor, zamane kafası almıyor. Ama sen haklıydın. Görünmez emeğinin karşılığı yoktu. O keseden ufak tefek mutluluklar, heyecanlar çıkarıp arada bir kullandın. Az bile!


10 yorum:

  1. nurda yatsin..
    benim annem calisan kadindi..
    paradan nefret ederdi..
    parasini zarf icinde getirip babama verordi
    ic camasirii bile babam alirdi..
    cuzdanina babam para koyardi.. onu bile hatcayamazdi..
    paranin alim gucunu de bilmezdi..
    kirk yilda bir bir ekmek alsa firincinin fiyati yuksek soyledigini dusunur.. en son bildigi parayi verir firinciyi azarlar.. eve gelirdi.. cemal.. ekmek kac kurus.. yetmisbes..
    aaaa e ben kavgacettim adama da elli kurus verdim.. derdi..
    babam ertesi gun gidip firincinin yirmibes kurusunu verirdi.. 😊 ha kezâ sucular..
    rahmet istediler.. gece gece.. iyi ki varsin.. yaxiyor animsatiyorsun..
    atalet

    YanıtlaSil
  2. annem de bilmezdi aslında para harcamayı. üstünü eksik aldığını düşünürdü hep, tedirgin olurdu. bu durumu ve benzerlerini açıklamak için birçok disiplinden yardım alan bir sosyolojik araştırma gerek :)
    teşekkürler, sevgiler

    YanıtlaSil
  3. E ben ağladım okuyunca. Kimbilir o notu görünce siz ne yaptınız? Nurlar içinde yatsın anneciginiz ...

    YanıtlaSil
  4. Hep kalkışıp bir türlü beceremediğim bir şeydir bu kese işi. Anneniz nurlar içinde yatsın. Onların öldükten sonra bile bize hala bir şeyler vermeleri ne anlamlıdır.

    YanıtlaSil
  5. belki maaşlı olmak engel teşkil ediyordur mihriban hanım

    YanıtlaSil
  6. Fundacım, nurlar içinde yatsın. Çok duygulandım, ben de babamın cüzdanından çıkan el yazısıyla bir adres yazdığı kağıdı saklarım...

    YanıtlaSil
  7. Benim kesem bankadaki yatırım fonları ve adı da "kenar parası".
    Nur içinde yatsın.

    YanıtlaSil
  8. sevdacım, banana ne kadar düşkün olduğunu biliyorum. kim bilir ne hissettiriyordur sana o kağıt parçası

    YanıtlaSil
  9. jardzy, teşekkürler.bir kenara bir şey koymak önemi, değil mi?

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...