3 Eylül 2014 Çarşamba

Bir hafiflik hayali olarak sayfiye


Hiç yazlığımız olmadı. Çevremizde yazlığı olan birkaç aile vardı. Arada giderdik onlara, günübirlik veya birkaç günlük. Ama bizim olmadı. Çocuk ve ergenken ne kadar iç kamaştırıcı gelirdi yazlığa gitme fikri. Niye ki? Niye olacak, yaz aşkları, bronz bir ten, geç uykular ve tabii hafiflik hayali...

Ailesinin yazlığı olan arkadaşlarımız okul biter bitmez ortadan kaybolur, okul alışverişi yapmak için birkaç gün önce gelmek kaydıyla, okul açılana kadar yazlıkta kalırlardı. Bazen ebevynleri ve kardeşleriyle, bazen dedeler ve ninelerle, teyzeler ve eniştelerle. Belki de kimi için, özellikle de yaşlı akrabalarla gidenler için çok keyifli ve özgürlük vaad eden tatiller değildi onlar. Ama o günlerde kim bilebilirdi ki bunu ve de hangisi itiraf ederdi ki?

Yazları apartman hayatı daha çekilmez olurdu. Her fırsatta sokağa indiğiniz, futbol, kukalı saklambaç, kovalamaca, yakan top, misket vesaire oynadığınız arkadaşlarınız hafiflik hayallerini gerçeğe dönüştürmüş olurlardı size göre. Siz ise boş arka bahçede, öksüz kömürlüklerin tepesinde iki dolanır, kös kös eve dönerdiniz.

Ama haksızlık da etmeyeyim, dar gelirli bir memur ailesine mensup olsam da, babamın bağlı olarak çalıştığı kurumun, yani Sağlık Bakanlığı'nın birkaç sahil şehrinde kampı vardı. Biz Antalya'ya giderdik mesela. Hem de kalabalık bir ekiple. Tarifsiz bir eğlence ve coşku deneyimi idi bu. Çocuklar, gençler, anne-babalar, hatta nineler. Ha, bir de Amasra. Ankara'ya yakın diye. Ama Ankara'nın resmi sayfiyesi önce Erdek ve Amasra, giderek Didim oldu.



Kamp tecrübesi bizim kuşağın aşina olduğu bir tecrübe. Askeri kamplar başta olmak üzere, öğrenci kampları ve yukarıda sözünü ettiğim ailece gidilen kamu kuruluşlarının kampları yazlıklara, köhne pansiyonlara ve lüks otellere alternatif teşkil ederdi. Çoğu zaman bir turizm ve otelcilik okulu veya bir ilköğretim okulu/lise birkaç aylığına otele dönüştürülür, tüm aile bireyleri aynı odada kalır, birden çok aile aynı tuvaleti ve banyoyu kullanırdı. 

Ablam evlenip yine Antalya'ya yerleşince, bu sefer onların evine kamp kurmaya başladık. İşte o zamanlar ben ergendim ve saati kurarak ön ve arka nahiyelerimi eşit ölçüde yakmaya, güneş yağı yerine - ki çok pahalıydı - kola sürerek bronzlaşmaya girişirdim. Gençlik hataları :)

Subay olan dayımın, akranım sayılan kızıyla birlikte beni de Karpuzkaldıran (Antalya) askeri kampına götürmeleri, orda geceleri kızlı-erkekli sahilde toplaşıp flört eden, öpüşen çiftleri şaşkınlık ve arzuyla süzmem de yine aynı yıllara tarihlenir. 

Benim çocukluğum ve gençliğimin sayfiyelerinde gazoz ve koyu meyve suyu şişeden pipetle (ki biz o zaman kamış derdik) içilir; sahilde şezlong yerine havlu üzerine uzanılır; önceden güneş yağı ile sıvanmak yerine, suda geçirilen saatlerde kavrulan deriye yoğurt veya dişmacunu sürülür ve de acıkınca evden getirilen nevale yenirdi. Şimdi de yapılıyordur tabii, üstüne akşamları sahilde dolaşılıp çekirdek çitlenirdi. Erkeklerin beyaz atletle dolaşmaları şarttı :)

Bir de tabii, sayfiye yerlerinde edindiğimiz oralı arkadaşlarımızın, biz otobüslere, otomobillere binip büyük şehirlere müteveccihen uzaklaşırkenki bakışları vardı. Onlar başlı başına taşra anlatılarına malzeme teşkil edecek türden.




Bana bunları hatırlatan Tanıl Bora'nın derlediği, Sayfiye, Bir Hafiflik Hayali adlı kitap. İletişim Yayınları'ndan bu yıl çıktı. Ek olarak, kitapta yer alan ve almayan fotoğraflardan bir sergi de açıldı İstanbul'da. Göreniniz vardır belki. 
Bu tatlı ve nostaljik kitabı hararetle tavsiye ediyorum.


5 yorum:

  1. O Antalya kampında tam da geleceğimiz gün densizin birinin güya şaka yapmak için altımdan sandalyeyi çekmesini ve kafamla 4 milimlik kapı camını kırmamı hatırladım şimdi. Kamp müdürü akabinde yanıma gelip "Geçmiş olsun, karşıda camcı var" demişti, adama çemkirmediğime hala yanarım. Yol boyu başım ağrımıştı da otobüsten iner inmez röntgen çektirmek için hastaneye gitmiştik. Ne sayfiyeymiş ama :)

    YanıtlaSil
  2. İstanbul'un sayfiyesi Kumburgaz'dı... Kendimi bildim bileli tüm yazlar oraya gittiğimiz için çocukluk işte ben herkesin Kumburgaz'da yazlığı var sanır ve siz hangi sitedesiniz derdim abuk abuk...O zamanlar Kumburgaz köyü küçücüktü bir kasabı, kıytırık bir çay bahçesi ve minicik bir PTT si vardı... Halkı genellikle Balkanlardan gelen göçmenlerdi. Her akşam köye süt almaya giderdik. Kumburgaz'ın keyfini çocuklar ve kadınlar sürerdi erkekler hafta sonları ancak gelebilirlerdi.Hafta sonları her balkonda mangal yanardı, perşembe günleri Migros otobüsü gelirdi kalkson çala çala... Tek eğlence kumsalda geceleri ateş etrafında toplanmaktı. Burada sınırsız özgürlük yaşardık, geceleri saat ikide üçde bile dönsek kimse merak etmez kızmazdı...Hala bana çok ilginç gelen kısım ise neredeyse 24 saat birlikte olduğumuz, kapıları her daim açık olan evlerine hiç sormadan girip çıktığımız arkadaşlarımızla kışın hiç ama hiç görüşmez telefonda bile konuşmazdık ama en mahrem sırlarımızı da yine birbirimize anlatırdık... Bodrum ve Çeşme o zamanlar bizim için yazlığı olmayan insanların gittiği bir yerdi sadece :) bu kitabı çok merak ediyorum o nedenle ,sayfiye benim en masum çağımı hatırlatan bir kavram çünkü...

    YanıtlaSil
  3. kışın hiç görüşmüyor olmanız hem tuhaf ama hem de anlaşılır geldi bana lale abla

    YanıtlaSil
  4. karpuz kaldiran askeri kampının hemen dibinde bir kamp daha vardı, o kampa da biz giderdik sülalecek aslen babam ayırtırdı veya babamın bir arkadaşı yoluyla birden çok kontenjan kulllanılırdı mesela. :) neyse, askeri kampın kapısı tek kişinin geçeceği büyüklükteydi ve sanırım 8-9 yıl gittiysek o kampa sadece bir kere içeri girebilmiştik ve bana o zaman sanki alis harikalar diyarında hissi yaratmıştı, nedense öyle miydi bilmiyorum ama hayvan figürleri şeklinde kesilmiş-veya buna benzer başka garip gurup şekiller verilmiş bitkiler vardı askeri kampta. artık kapı nasıl kapalıysa ve ben nasıl merak ettiysem:) karpuzkaldıran enteresan derecede değişik ekolojileri olan bir yer aslında. çocukken babamla şelalesinden tut da bir zamanlar denizin olduğu ama sonra çekildiği bir kısmı vardı ve mesela gidip ordan kaya tuzu yontardık:) yerleri filan gezerdik. ben de herhalde herşeyi biliyor diye peşine takılıyormuşum. her neyse, o şelalede mesela çok köpekbalığı olurdu:) sadece bir kere yüzgecini gördüğümü hatırlıyorum he bir de tabi mürenleri pek meşhurdu kayalıklar arasında- yani bugünkü gibi göç etmemişlerdi o zaman- ne de olsa kamp sadece 3-4 ay işlek:) neyse karpuz kaldıran diyince çok helecanlandım sayfiye meselesinin önüne geçtim ama birkaç yıl önce karpuzkaldırana gidince inanamadım, aklımda kalan hiçbir anıyı gördüğüm yerlere yerleştiremedim. nasıl öyle olmuş hiç anlayamadım? veya ben mi hayal görmüşüm bilmiyorum. belki şu taşra kitabında anlatılan misafirlik nostaljisine mi düştüm bilmiyorum ama belki sayfiye mevzusunda herhalde var öle bişiy gerçekten de:) neyse ya karıştırdım yine :S

    YanıtlaSil
  5. orası pek havalı bi yerdi. murat daltaban da anlatıyo yazısında. o da arkadaşının kıyağıyla girip şaşkına dönmüş. o zamanki yoksun halimizle bize inanılmaz geliyodu heralde. askeri disiplin gereği tertemiz, bakımlı ve hizmette kusur yok, şeklindeydi. asker çocukları koca koca erlere "asker, şunu bu getir!" diye emrederlerdi.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...