24 Kasım 2014 Pazartesi

Öğretmenimi sevmeye mecbur muyum?

Adı Şükran Tezçakar'dı. Bana çok düşkün olmasına rağmen benden kilometrelerce uzakta yaşamak zorunda kalan ablam, sonradan ondan bahsederken hep "Çakaralmaz" diyecekti. Eski tip bir tüfekmiş. Öyle söylediydi.

İncecik, mihrabı yerinde bir orta yaş kadınıydı. İlkokulun ilk günü bahçede çekilmiş fotoğraftakiler, iki sınıfarkadaşı ve komşu, Aslı ile ben, bir de Aslı'nın kardeşi Sevda onun yanına sokulmuşuz. O nedense elini benim omzuma atmış. Öbür elinde şık portföyü var. Bir daha böyle yakınlık kurmuşluğumuz olmadı.

Sözü geçen ilkokul fotosunu bulamadım. O yaşımı gösteren temsili fotoğraf. Önde solda ben. Arkamda mahallenin en güzel ablası Filiz. Onun da arkasında dünya ablası Nurşen. 

Sınıfta öğrenciler arasında ayrım yapardı. Hiç çekinmeden, "çaktırmayım" diye düşünmeden. Koro mu kurulacak? Boy sırasına bakmadan, en arkaya yoksullar, silikler, üstü başı bakımsız olanlar.
Şarkı mı söyletilecek? En parlak saçlı, ebeveyni en gözde olanlar.

Bayramlarda şiir mi okutulacak? Ana babası öğretmen veya itibarlı bir meslek erbabı olanlar.

Benim için en unutulmazı, yıl sonu müsamerelerinden birinde, koronun en arkalarındaki tayin yerimde ifa ettiğim görevim sona erdiğinde babamın Hıfzıssıhha'nın mümbit bahçesinden toplayıp getirdiği kucak dolusu mor leylağı kapıp ona doğru koştuğum sahneydi. Beni görmezden gelip aynı anda ona doğru koşan ve elinde jelatine sarılı, çiçekçi işi üç gül taşıyan sınıf arkadaşıma yönelmiş, öpüp çiçekler için defalarca teşekkür etmişti ona. Böyle bir çocuk yetiştirdikleri için de ana babasına...

Ben de çaresizce "Örtmenim, örtmenim" diye sesleniyor, elimdeki koca demeti ona vermeye çalışıyordum. Şöyle bir dönüp baktı. Saçlarını savurarak dönüp gitti. Bu sefer elini jelatinli çiçeği getiren kızın omzuna atmıştı... Ben de elimdeki demete daha sıkı sarılarak dönüp gitmiştim. Hakkaten silik bir çocuktum. Veli toplantılarında annem en çok bu tespiti duyardı benim hakkımda. Iyy, iticiydim de haliyle.

Yılsonu müsameresi, sol başta ben, kuzenimden ödünç İspanyol dansçısıyım :)

İlkokul öğretmeninin bir çocuğun hayatında önemli olduğundan, unutamadığım bu sahne vesilesiyle eminim. Bir de, bu sevimsiz cadının sınıfta anlattığı birçok şeyi, ona rağmen hala hatırlıyor olduğum için...

Kızına mektuplarını okuduğumdan beri muhibbim olan Memduh Şevket Esendal (kendisine MeŞe denmesini sever ve mektuplarına böyle imza atar) "Bende hocalık hakkı yoktur" der. Bunca yıldır düşünüyorum, gelmiş geçmiş hocalarımı gözümün önüne getiriyorum, bende de yok. Ama öğrencilerimde birazcık hakkım olsun çok istiyorum. Onların bende çok hakkı var çünkü.

8 yorum:

  1. Kırmızı pantolonunu yediğim, nasıl şekersin. O Çakaralmaz'ın varsa eğer öbür dünyada iki elim yakasında, sen affetsen bile ben affetmem, hem de leylak aşkına...

    YanıtlaSil
  2. heee. insan leylak gibi çiçeği çiğneyip geçer mi? ama dişli ana baba olcaktı ki, gözlerinin önünde cereyan eden bu sahneye kayıtsız kalmayacaklardı.

    YanıtlaSil
  3. Benim ilkokul öğretmenlerinden bir tanesi de sınıfı kapıcı çocukları, orta sınıf ve zengin çocukları olarak üçe bölmüştü. Duvar kenarında kapıcı çocuklarıyla oturdum bir sene, 2 kere bitlendim. Sonra babamın, zengin taraftaki kızlardan birinin babasıyla aynı okuldan mezun ve ahbap olduğunu duyup beni orta sınıfa kattı. Orda da Snoopyli mataram çalındı.
    Bu kadının hala anlamadığım bir adeti vardı. "Pencereyi kapat" derdi mesela, kalkar kapatırdın. Sonra eteğinin iki ucundan tutup reverans yapar ve "Teşekkür ederim öğretmenim!" derdin. Bunu yapmak zorundaydın yani.
    Devasa gözlüklerim, annemin gençliğinden kalma ceketlerim ve pazardan alınma Yugo marka spor ayakkabılarımla asla cam kenarındaki zengin çocuklara dahil olamadım. Şimdi biri gelip dese ki "Mina, o sınıf kundaklanacak", gaz bidonunu alır koşarım, bir saniye tereddüt etmem :)

    YanıtlaSil
  4. Bizimki de seninkine benzer biçimde, yüksek volümlü hapşırmayı yasaklamıştı. Avcumuzun içine "pıst" diye hapşırmalıydık. Yoksa çok sinirlerindi. Hala öyle hapşırıyorum ben. Beyin damarlarımı çatlatacak kahrolası.
    Benim birlikte arkaya atıldığım öğrenciler de Küçükesat bölgesinin kapıcı çocuklarıydı. İyi anlaşırdık üç beş kişi ama diğerlerinden niye uzak tutulduğumuzu anlamamız biraz vakit aldı :)

    YanıtlaSil
  5. Benim ki de Mahizer Kekik. Sarı kısa ama havalı saçları, bol makyajı olan bir kadındı.
    "Beni seviyor musunuz?" diye sınıfa soru soran bir kadın.
    Benim "hayır"ım ortada yankılandı tabi.
    Sonra bana gelip gidip, "sen beni neden sevmiyorsun" sordu.
    O zaman böyle t*ş*klarım yoktu tabi. Kem küm ettim. Oysa, "öğrenci ayırıyorsun, sana hediye getiren çocukları ve daha önce okumayı sökmüş olanları seviyorsun" diyemedim.
    Böylece ilk yalanımı söylemiş oldum. Sonra gitti o kadın, yerine gelen kara ve çirkin burunlu, ince suratlı öğretmenimi çok sevmiştim. ama kadının adını hatırlamıyorum işte.

    YanıtlaSil
  6. Ben de ilkokul öğretmeni mağduru öğrencilerdenim
    Yukarıdaki tüm yorumlar iyi bir öğretmenin nasıl olmaması gerektiğinin özeti gibi
    Ayrımcılık !!
    en büyük tehlike
    Malesef iyi öğretmen olmak farklı özelliklerin birarada olmasını gerektiriyor
    Ben de bu konuda bir yazı yazayım hemen madem
    Yüreğine ve kalemine sağlık Funda Öğretmenim

    YanıtlaSil
  7. Çankaya lisesinde bir Sanay Kibarımız vardı. Ellibeş kişilik sınıfta beş kişiyle ders yapardı. Diğerleri sönük, umutsuz vakka-ydık. Kısa boyluydu, rugan, doreli, süet renk renk, topuklu botlarıyla, diğerlerine sesinizi çıkarır, dersimizi engellerseniz on beş santim topuğu kafanıza yersiniz dercesine tek kaşı havada konuşur dururdu. Ne gıcık şeydin sen be Sanay, bak senin o şımarıklar seni bir kez bile anmamış, unutmuşlardır. Ben de, kardeşim de seni hiç unutmadık hep şer'le yad ederiz. ::(((

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Üstelik geçmişe inat kızım da ingilizce öğretmeni olmasın mı! ::))

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...