12 Ekim 2016 Çarşamba

Portakal, yakamoz ve sivilceler...

Antalya'da Altın Portakal Film Festivali'nin başlıyor olması bende bir Antalya çocukluğu ve tabii ergenliği yazısı yazma hevesi yarattı. Bugünkü gazetelerde vazgeçilmez Yeşilçam yıldızları geçidinin fotoğraflarından birini (Cüneyt Arkın'lı olanı) da görünce şöyle bir geçmişe gidip geldim.

Ablam erken yaşta evlenip önce Denizli'ye, kısa süre sonra da eniştemin memleketi Antalya'ya yerleşmişti. Çekirdek ailemiz birbirine pek düşkün ve de evhamlı olunca, "Aman kız yalnız başına ne yapıyor oralarda?", "Acaba bizi özlüyor mudur?", "Yemek yapmayı öğrenmiş midir?", "Kocasının ailesiyle anlaşmış mıdır?" sorularına kendi kendine cevap aramak yerine, soruları bizzat ablama sormak ve onu sarıp sarmalamak için Antalya yollarına revan olmuştu. Hele bir de ablam hamile kalınca, kim tutar Şenol Ailesi'ni? Tek derdimizin ablamı sahiplenmek olmadığı malumunuzdur sanırım. Boru değil, Antalya burası. Taaa 70'lerde bile turistik yer. Deniz kenarı, temiz havalı, bol yeşillikli ve ucuz bir Akdeniz şehri. Yılda iki kez (sömestr ve yaz tatillerinde) yaptığımız Antalya çıkarmalarının bir nedeni de bu.

Gidiyoruz, haftalarca, bazen aylarca kalıyoruz. Kışları Antalya daha güzel. Çünkü, kelimelerin kızkardeşi Doris Lessing'in tabiriyle yazları başınızın üstünde borazan çalan güneş, kışları tatlı tatlı okşuyor sizi. Bugün bina yığınından ufkun görünmediği sokaklarda boylu boyunca portakal ve turunç bahçeleri uzanıyor. Bahçeleri geçtim, azıcık toprak bulduğu yerde çoğalıyor narenciye ağaçları, zeytinler, zakkumlar, kauçuk ağaçları, yaseminler... Burun direğinizi sızlatan bir kokusu var şehrin. İşte bu bitki örtüsünden yükseliyor kokular demetinin bir çeşidi, başka bir çeşidi denizden esen rüzgarla yosun ve iyot taşıyor, rutubetli hava ise o yıllarda temel inşaat malzemesi olan ahşabın rayihasını dağıtıyor havaya. Her şey bu kadar yolunda değil tabii. Henüz kanalizasyon sistemi kurulmadığı için, boşaltım sistemi doğrudan deniz kıyısındaki mağaralara akıtılan şehirde, rüzgar ters yönden esince insanı kapalı mekanlara sürükleyen bir lağım kokusu da mevcut.

Yazları ise öldürücü sıcağın yaptığı eziyeti portakal çiçeklerinin kokusu bile hafifletmiyor. Biz de ne yapıyoruz? Ya Konyaaltı'na plaja gidiyoruz ya da Kurşunlu Şelalesi'ne, Adrasan'a, Kemer'e, Phasilis'e pikniğe... Ormanın denizle birleştiği yerler bunların bazıları. Önce yemek, sonra deniz. 80'lerde adı 12 Eylül Koruluğu olan ve şehir merkezine çok yakın, okaliptüs ağaçlarıyla şenlenmiş mesire yerinin de müdavimiyiz. Koruluğun işaret ettiği tarihi momenti farketmemiş gibi davranıyoruz.

Şehrin merkezindeki sahil şeridi Konyaaltı'nda obalar var. Orta ve orta alt sınıftan Antalyalılar ile mücavir alandan gelen yazlıkçılar oralarda ucuza, çoluk çocuk tatil yapıyorlar. Bi şenleniyor ki yazları orası, sormayın!

Benim kafamdaki resim de böyle siyah beyaz. İşte obalar ordalar.

Obanın yakından görünüşü


Bir dönem o kadar çok pikniğe gitmişiz ki Antalya'da, artık ailece piknik sözünü bile duymak istemiyoruz. E malum, piknik özellikle kadınlar için rezil bir iş. Yiyecek içecek hazırlama, toplama, bulaşıkları en yakın çeşmede yıkama, çocuklara mukayyet olmaya çalışma falan... Erkekler mangalı yakarlar kasılarak, pişirdikleri etlerin en iyilerini gövdeye indirirken de demlenirler.

Antalya'da günlük hayatımız bunlarla sınırlı değil tabii. Şehir merkezini de tavaf ediyoruz sık sık. O zamanlar şimdiki avm'ler yok. Bir Selekler Çarşısı var. Birkaç katlı bu çarşıdaki üç beş dükkan/mağaza bize cezbedici geliyor. Kitapçı bile var yahu orada! Dönerciler Çarşısı, merkezde gösterişli, turistik bir mağazası bulunan Yenigün reçelcisi. Ama tabii Antalya'nın uzun yıllar alamet-i farikası olmuş Narenciye'yi unutmamak lazım. Burası bir kamu kuruluşu ve Antalya'nın bitek topraklarında yetişen her türlü nebattan reçel yapan bir fabrika aynı zamanda. Fabrikanın ve çalışanlarının lojmanlarının bulunduğu semtin adı da Narenciye.

Konyaaltı Caddesi boyunca sıralanan ve bize sınıfsal konumumuzu biraz hoyratça hatırlatan ankastre mutfakçılar vitrinine kaçamak ama arzulu bakışlar attığımız yerler. Annem, ablam ve ben'den bahsediyorum. Yakın zamana kadar ayakta kalan Sağlık Meslek Lisesi, çocuk ben ve genç ablam için ilk tatillerimizden birini yaptığımız pansiyon aynı zamanda.Çünkü, Sağlık Bakanlığı yazları liseyi çalışanları için kampa dönüştürüyor. Tabii artık bizim kalacak yerimiz belli. Önünden geçerken okula şöyle bir göz atıyor ve geçmişi yadediyoruz.

Sonra Karaalioğlu Parkı var. Akşam serinliğinde, ablamların Memurevleri'ndeki evlerinden çıkıp, Beton Kahve'yi aşıp yürüye yürüye gittiğimiz park. Girişinde Antalyaspor'un tesisi var. Dev palmiye ağaçlarının eşliğinde denize çıkan bir yolu katederek binbir çeşit çiçekle dolu parkın çay bahçesine ulaşıyoruz. Bir memur ailesine yakışanı yaparak, bir semaver söylüyor ve manzaraya dalıp gidiyoruz.


Denize doğru...


Üçkapılar yabancı turistlerin uğrak yeri. Biz orası yokmuş gibi davranıyoruz. Yivli minareye, saat kulesine falan yat limanına inen yokuşu adımlarken rastlıyoruz. Sabahları babamla limana gidip balık alıyoruz bazen. Ama çok erken gitmeliyiz. Yoksa büyük oteller ve lokantalar toparlıyor her türden balığı. Dönerken, saat kulesine yakın meşhur fırından tahinli çörek almayı ihmal etmiyoruz. Bazen ailece Kadın Yarı'nın önünden geçerek Antalya Devlet Tiyatrosu'na gidiyor, pek hoşlanarak tiyatro oyunları seyrediyoruz.

Tabii festival şimdiki kadar sansasyonel olmasa da o zaman da var. Henüz kültürel ve sanatsal etkinliklerin cenneti olmayan şehirde, film festivali o zamanlar çok daha önemli bir organizasyon. Yeşilçam yıldızları korteji, açılış zamanı, halkın şehir merkezine doluşup, çekirdekler ve gazozlar eşliğinde izledikleri bir etkinlik. Festivalin o zamanlar en önemli parçası. Üstü açık araçlarla kimisi kasılarak, kimisi de sempatik tavırlarla halkı selamlayan sinema oyuncuları, "Aaaa, bunun boyu ne kadar kısaymış!", "İyice yaşlanmış vallahi!", "Bak kız, filimlerde ne çirkin görünüyor bayaca yakışıklıymış" türünden yorumlar havada uçuşurken geçiyorlar Konyaaltı Caddesi'nden ihtişamla. Kortejin vazgeçilmezleri Tecavüzcü Coşkun, Selda Alkor ve Sümer Tilmaç. Coşkun ve Sümer Tilmaç, Antalya'da yaşıyorlar. Bu kortej onlar için ellerini eteklerini çektikleri Yeşilçam hayaletini canlandırıyor belki.

Heyt be! Açılın!


Bütün bu anlattıklarımı tecrübe eden ben ise silik ve içine kapanık bir çocuk ve ergen olarak, hayatımın kayda değer bir kısmını uzun yıllar bir taşra şehri irisi sayılabilecek bu Akdeniz ikliminde geçiriyorum. Alnımda sivilceler uç verirken ablam benim en iyi arkadaşım. Onun verdiği kitapları okuyor, yaşıtlarım o yılların en popüler eğlence mekanları olan diskolarda, barlarda dans ederken onun arkadaşlarıyla ahbaplık ediyorum. Onun şehre, anneliğe ve yeni hayatına alışma sürecini birlikte yaşıyoruz. Çocukken sokakta oynayan komşu çocukları veya misafirliğe gelen akrabaların yaşıtım olan çocukları için şehirli, geçici ve kırılgan bir misafirim. Ergenken ise şortlarıyla bisiklete binen genç kızları veya kızlı erkekli pastanelerde, sahilde oturan yaşıtlarımı uzaktan, hasetle, özlemle izleyen bir yabancıyım.

Antalya bu demek benim için. Tatlı ve ekşi. Uzak bir ülke. Bir yürek sızısı, bir hayaller denizi.

6 yorum:

  1. Ne hoş anlatmışsınız Antalya 'yı.
    Herkesin ayrı anılarının olduğu, kokusu farklı bir şehirdir Antalya . Bir adı da Pamfilya. Pamfilya hoş kokular diyarı demekmiş. Üniversitede Antalya aşığı bir öğretmenimden öğrenmiştim. Sevgiyle kalın . ☺❤

    YanıtlaSil
  2. Hayat İzlerim, Pamfilya'yı biliyordum. anlamını bilmiyordum. Bu kadar sıcak olmasa çok güzel şehir Antalya.

    YanıtlaSil
  3. Şu son cümlelerinizi aynen ben de içimde hissettim. Lise yıllarımda Didim'de. Yaşıtlarım geldikleri yazlıklarda aralarında neşeli kahkahalar, şakalar, denize girmeler, akşam üstü sahil kenarında gezmelerini yaşarken ben uzaktan yapayalnız içimi acıtarak izlerdim. Bu kadar mı benzer?

    YanıtlaSil
  4. ergenlik mutlu azınlık için hayırla anılacak bir dönem, değil mi?

    YanıtlaSil
  5. Nurşen Ablanın yazılarından sonra sizin kaleminizden onu dinlemek bana çok keyif veriyor. Umarım bir gün sizinle de yüz yüze tanışabiliriz (malum artık tanışmalar sosyal medya üzerinden kalmaya başladı :)

    YanıtlaSil
  6. çok teşekkürler. ben de tanışmak isterim

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...