Doktora derslerinden birinde, öğrencilerle sohbet ediyorduk. Elli yaşın üstünde, emekli mühendis olan bir kadın öğrencim dedi ki, "Bu yaştan sonra kitap okurken çok seçici davranıyorum. Yarıda bırakma hakkımı da kullanıyorum. Önümde okumak için ne kadar zaman var kestiremiyorum ki!"
O gün çok üstünde durmamıştım ama sonra eve gelip, çalışma odamın çeşitli lokasyonlarında inşa edilmiş kitap kulelerini görünce bu mesele hakkında biraz düşündüm.
Ben okumaya, ablamın sayesinde ilkokulun ilk yılından itibaren başladım. İçine kapanık, çirkince ve melankolik bir çocuk ve ergen olarak elime geçen her şeyi okuyordum. Başkaca bir oyalanma yolu bulamıyordum. Yoktu. Sosyalleşemeyecek kadar çekingen, aşık olup flört edemeyecek kadar çirkin buluyordum kendimi. Belki de öyle değildim. Ama insanın kendine ettiğini, kimse etmiyor, biliyorsunuz.
Çaresizlikten de okumuyordum. Öyle olsa birtakım komplekslerimi aşınca okumayı bırakırdım. Her neyse.
Ben okumaya başladığımda yayınevi sayısı çok kısıtlı, babamın geliri de memur maaşından ibaretti.
Ablamın kitaplığında ne varsa veya babam eve ne getirirse onu okurdum. Bazen arkadaşlardan ödünç alırdım. Reşat Nuri Güntekin'i, Orhan Kemal'i, Mehmet Seyda'yı, Behrengi'yi, Kemalettin Tuğcu'yu ve Gülten Dayıoğlu'nu unutmak mümkün mü?
Üniversiteye başlayınca ders kitapları satın alma zorunluluğu da ortaya çıktı. Bir kitapçıya taksitli hesap açtırmak kaçınılmaz olmuştu. Öyle "kaçınılmaz" falan dediğime bakmayın. Hayallerim gerçek olacaktı. Babam da meşru sebebimi görüp hesap açtırmama onay vermişti.
Ankara'da, Seksenler'de taksitli kitap almak için nereye gidilir? Dost'a tabii ki. Dost bir hayal dünyasıydı. Kitaplar, kasetler, kırtasiye malzemeleri, tablolar... Kitapları sardıkları "Dost" amblemli kağıt ambalajı bir yerlerden edinip çalışma masamın üzerine sermiştim. Ona bakıp bakıp iç geçirirdim.
Derken, sınıf arkadaşlarımdan ikisini kefil gösterip hesabı açtırdım. Bir iki gün geçmesi gerekiyordu ilk alışveriş için. Eskiden öyleydi, hatırlayan hatırlar. Kredi kartını cüzdandan çıkarmak gibi kolay değildi bir yerde hesap sahibi olmak. Neyse, sabırsızlık içinde iki günü devirip ilk alışveriş için koşturdum Dost'a. Hayatımın en tatlı günlerinden biri olarak hatırlıyorum o günü. Tam yedi tane kitap satın almak zorunluluğu vardı ilk alışverişte. Ne tuhaf bir zorunluluk! Ama tahmin edeceğiniz gibi bir an bile düşünmedim o gün bunu. Esrik bir halde ve uzun uzun düşünerek seçtim yedi kitabı. Sadece ikisini hatırlıyorum. Albert Camus, Tersi ve Yüzü ile J.P. Sartre, Bulantı. Zamanın ruhunu yansıtan kitaplar işte.
O kadar az yayınevi vardı ki o dönem. Varolan yayınevleri de o kadar az kitap yayınlarlardı ki. Nerdeyse hoşunuza giden her şeyi satın alabilir ve okuyabilirdiniz. Aklınız kalmazdı hiçbirinde.
Son on yıldır, çeviri ve telif kitap sayısındaki patlama dikkate değer. Çöp niteliğindekileri (kişiye göre değişiyor tabii neyin çöp olduğu) bir yana bırakırsak, insanın kaçırdım, yetişemedim, okuyamadım, aklım kaldı dediği kitaplar sayıca o kadar arttı ki.
Kitap dergilerini karıştırıp, kitapçılarda dolanıp, arkadaşlara danışıp satın aldığım kitapları okumaya "bir ömür yetmez ki".
Belki de kitap kuleleri bu yüzden yükseliyor. Bizi hayata bağlıyor, daha zamanımız ve hayattan alacaklarımız olduğunu düşündürüyor.
YanıtlaSilAngelanın küllerini okuyorum şu sıra. Ameliyatın izlerini sildi desem abartmış olmam. Haklısınız, "kitap insanı hayata bağlıyor". Bağlamaktan başka bir de insanı güncel yaşamın kırıntılarından arıtıyor, netleştiriyor, biraz da güçlendiriyor. Kitabın doping etkisinin, ilk ergenliğimden bu yana beni evrimleştirdiğini düşünüyorum. Hem iyi anlamda, hem de kötü anlamda evrimleşmek... Eksiklerimi hızla kitap sayesinde giderirken, aynı zamanda değer genetiğimden bozulmaların olduğunu da anlıyorum. Bunu nerden anlıyorum, arada bir çocukluk arkadaşlarımı ve çocukluğumun geçtiği yeri görüyorum. Yazdığım "Amele Mektebinde Soylu Rüyalar"da bu konuyla ilgili öykü de var. Şu anda OkuyanUs yayınevi editöründe. Yazınız bu yüzden biraz daha fazla ilgimi çekti.
Olayın bu tarafından bakmak hiç aklıma gelmemişti, ne güzel böyle düşünmek...
YanıtlaSilO zamanlar okuduk işte bütün klasikleri. İyiki de öyle bir dönemden geçmişiz. Okumak bir yaz rehaveti gibi,usul usuldu...
bizi biz yapan hikayelerin arasında kitaplarda anlatılanlar da varsa eğer, ne güzel işte...
YanıtlaSilzihne bey, kitabınız yayınlanınca haber verir misiniz?
YanıtlaSilElbette, Funda Hanım, haber vereceğim. Düşün Yayınevi'den kesin söz aldım. Ama Okuyan Us henüz olumsuz cevap vermediği için umutla bekliyorum.
YanıtlaSilAblanın sınıf arkadaşı olduğum için aynı zamanlar da benzer yaşanmışlıklarlara geçmiş yıllara döndüm Funda'cım.. Bu yazı beni Zafer Çrşısı, Kocabeyoğlu , Onur Çarşısında alt katlarda kitap almak için geçirdiğim güzel zamanlara götürdü..Çok güzel bir yazı olmuş....Teşekkürler...
YanıtlaSilah evet! zafer çarşısı'ndaki savaş kitabevi, sahaflar...
YanıtlaSilben de hatırladım onları.
ankarali olmadigima hayiflanmak aklima gelmeyecek bir durumdu.. kitaplarsa .. ben maymun istahliydim ve her zam kulelerin oldu.. 😊
YanıtlaSilBir zamanlar bir kabus görmüştüm. Yatağımın başucunda bir adam, "son kitabın okunup bittiğinde alacağım seni" demişti. Her zaman okunmamış bir iki kitap tutarım kıyıda o zamandan beri.
YanıtlaSil"bir zamanlar ankara'da..." demek güzel olurdu. bir doz ankara iyi gelir insana :)
YanıtlaSilne çok korkumuz var, değil mi çiğdem hanım? onlarla rüyalarda/kabuslarda buluşuyoruz. merak etmeyin, okunacak kitap bitmez :)
YanıtlaSilKimbilir kaçıncı defa kendime "Evdekiler bitmeden yenisi alınmayacak" sözü verdim, çok kitap çıkıyor hakikaten.
YanıtlaSilSenin kuledeki Michael Dibdin'in Fare Kral'ı çok güzel, o Dedektif Zen serisinin ilk üç kitabını bayıla bayıla okudum. BBC üç bölümlük diziye çevirmiş üç kitabı, o da nefisti, böyle İtalya sokakları, kuul dedektif, bir bossa nova havaları falan. Umarım çevirisi iyidir, kötü çeviri yüzünden okuyamadığım ve bıraktığım kitaplar oldu. Yemin ederim burnu büyüklükten söylemiyorum bunu, okuduğumu anlayamayacağım hale gelmişti metinler.
Ben de öğrenciyken Ankara' ya gelişlerimde Dost'a uğramak ne keyifliydi, (gerçi hâlâ öyle) kuzenim benim hesabım var alalım sana da istediğin kitabı demişti, çok kıskanmıştım, o günler aklıma geldi. Kitap kulelerine hiç bu açıdan bakmamıştım, çok hoşuma gitti.
YanıtlaSilSelam funda seninle şahsen tanışmasak da Leylağım sayesinde seni ben de kardeşim gibi görüyorum zuz'u Lale sayesinde tanıdığım gibi Bu kitap kuleterinden benim de başucumda var beni mutlu ediyor. DOST herkesin bir anısının olduğu yer demek ki. Ankara'da olmak ve okumak Şahane bence Sevgiler
YanıtlaSilevet, zuz ile ben kontenjandan arkadaş ediniyoruz ablalar sayesinde :) umarım bir gün tanışırız. sevgiler
YanıtlaSilmina, "önce tabağındakini bitir!" komutuna uymama yaşına geldik. bir de şunu önerecem sana. aksu bora'nın okuma tecrübesi ile ilgili çok hoş bir röportajı. Kitabın besin değeri mi, lezzeti mi?:
YanıtlaSilhttp://egoistokur.com/kitabin-besin-degerine-degil-lezzetine-bakarim/
sevdacım, dost'ta hesabı olan birini kıskanmamak mümkün müydü bir vakitler? hala bile girip istediğin kitabı alabilmek ne hoş bir duygu.
YanıtlaSilAnkara li olmadığım için Dost Kitap Evi'nde bilmiyorum ama onun karşılığı seksenli yıllarda Kadıköy de Gençlik Kitap Evi'ydi. Çok güzel yaziyorsunuz ve keyifle okuyorum ben de.Ogrencinize katılıyorum. Ben de son bir kaç yıldır beğenmediği kitapları yarım bırakma hakkımı kullanır oldum😊 Bu arada ben de abla kontenjanından arkadaş olabilir miyim?
YanıtlaSilne güzel. arkadaş olalım tabii. sevgiler
YanıtlaSil