25 Kasım 2015 Çarşamba

Mart okumalarında sıra...

Hüseyin Can Erkin, Dil Tarih, Japon Dili'nde hoca. Kendisini Ankaralılar iyi tanır. Ama sanırım artık Murakami hayranları da tanıyorlardır. İşte onun çevirdiği, Kişisel Bir Sorun'la başladım Mart ayı okumalarına. Kenzaburo Oe'yi ilk defa okuyorum. Mahcubiyetle söylüyorum bunu yine. Biraz da galiba herkesin çok bahsettiği bir yazarı okumaktan kaçınma kibri ile gecikmişim. Bu kitabı bana, Kappa'yı öneren genç arkadaşım Sermin verdi. 
Henüz çok genç ve dünya kadar hayali olan kahramanımız, hocasının kızıyla evlenir ve engelli bir çocuk sahibi olur. Bu çocukla birlikte Afrika'yı gezme hayali de suya düşecektir. Babalık tecrübesini, acı bir deneyimle yaşar ve sorgular. Bebeğin olağandışı durumundan dolayı karısı uzun süre hastanede kaldığından, yalnız, dertli ve derbeder bir hayat sürmeye başlar. Bu sırada gençlik aşkıyla karşılaşır ve olaylar gelişir. Kendisi de engelli bir çocuk sahibi olan Oe, belki de bir iç hesaplaşma yaşıyor bu metinde. İç dökme değil, iç hesaplaşma. Vurgulayayım tekrar. 1994'te Nobel almıştı Oe. Ben çok beğendim kitabı. 2015'in favori kitaplarındandı. Tavsiye ederim. Tabii ki çeviri çok iyi.

Evet, kahramanımız sorunuyla başbaşa.


P.D. James'i geçen yıl kaybettik. 20 doğumlu, uzun ve en azından okurları için güzel bir hayat yaşadı. Sevilay (Çelenk) ve kocası Emrah (Özen) polisiye kurdudurlar. Sevilay özellikle kadın polisiyecileri çok sever, takip eder. Ben onların yanında "yeni başlayanlar" kategorisindeyim. James'i de yine Sevilay'ın facebook'ta hüzünle paylaştığı ölüm haberiyle keşfettim. Onun önerisiyle Kadınlara Göre Değil'i okumaya niyetlendim. Ama baskısı yokmuş. Doktora öğrencimiz Bilge bana pdf'sini yolladı sağolsun. Mecbur kalmazsanız pdf'yi basarak okumayın. Rezil bir deneyim. Böyle durumlarda tablet veya başka elektronik ortamlar daha keyifli ve kullanışlı oluyor.
James'i sevdim mi? Eh. Mesela, bir Sue Grafton kadar değil. Ama çok zeki ve meydan okuyucu buldum. Bu da çok kıymetli. Çaylak bir kadın dedektifin ustasının ölümüyle kendini polisiye bir maceranın içinde bulmasıyla açılıyor roman. "Ustam öldü, ben araştırırım" diyen kahramanımız, erkeklerin hüküm sürdüğü suç ve ceza aleminde kendini kabul ettirmekte, hatta hayatta kalmakta zorlansa da çetin ceviz olduğunu kanıtlıyor. Okunulası.

P.D. James'in "son gürlüğü"


Ayizi Yayınevi, arkadaşlarımın kurduğu ve daha da önemlisi Türkiye'nin ilk feminist yayınevlerinden biri olduğu için çok değerli. Az sayıda ve özenle seçilmiş kitaplar basıyorlar. Edebiyatın yanında araştırma inceleme kitapları da var. Bunlardan biri Gökçen Beydilli'nin Elleri Tılsımlı, Modern Türkiye'de Ebelik başlıklı kitabı. Beydilli, geleneksel sağaltım yöntemleri ile modern tıbbın çatıştığı noktaları, cinsiyetçi ve hatta oryantalist diyebileceğimiz önyargılarla örülü bir alan olan ebelik pratiğine odaklanarak anlatıyor. Dr. Ömer Besim'in (Akalın) ebelik ve doğum eğitiminin öncüsü olarak rolünü ele alıyor. Sonra, taşradaki ebelerden en eskileri ile görüşmeler yaparak, doğumun modernleşmesi ile birlikte birer "kocakarı" konumuna yerleştirildiklerini ve kocakarılığın da nasıl itibarsızlaştırıldığını anlatıyor. Zaten hakkında düşündüğüm geleneksel-kurumsal bilgi çatışması/uzlaşması konusunda ufuk açıcı bir okuma oldu. 

Ayizi, Amargi'yi çıkardı uzun süre. Şimdi web'de.


Isabel Allende'nin polisiye yazması önemli haber! Kişisel tarihimde kayda değer bir insandır Allende. Edebi olarak harikalar yaratmasa da, insanı avutan, güzelleştiren, sakinleştiren, ümit veren hikayeler anlatır. Daha gençken Marquez'i taklit ettiğini düşünürdüm. Muhtemelen ediyordu da. Ama olgunlaştıkça, kendine has bir üslubu oldu Allende'nin de. 
Cinayet Oyunu, San Francisco'da geçiyor. Şehirde işlenen bir dizi cinayeti çözmeye çalışan sanal bir cinayet oyunu grubunun dedektif rolünü üstlendiği ilginç bir hikaye. Bu roman sayesinde, sanal ortamda ipuçlarından yararlanarak gerçek ve muhayyel cinayetleri çözmeye çalışan gruplar olduğunu öğrenmiş oldum. İlle de okuyun, diyemem. Ama sizi oyalar, gerer ama hemen rahatlatır Allende. Yaşam enerjinizi yüksek tutar. Kendisininki çok yüksek çünkü. Günlerin Getirdiği adlı otobiyografik kitabını okursanız, göreceksiniz. Cinayet Oyunu'nu değilse bile, Günlerin Getirdiği'ni tavsiye ederim. 

Salvador Allende'nin yeğeni kendisi. Fotoğrafta birlikteler.






Kişisel Bir Sorun, Kenzaburo Oe, Çev. Can Erkin, Can
Kadınlara Göre Değil, P.D. James, Remzi
Elleri Tılsımlı, Modern Türkiye'de Ebelik, Gökçen Beydilli, Ayizi

Cinayet Oyunu, Isabel Allende, Çev. İnci Kut, Can

9 Kasım 2015 Pazartesi

Şubat ayı okumaları


"Hayat devam ediyor" denir ya kayıplardan sonra teselli ve güç vermek amaçlı. Doğru, devam ediyor. Kaybedenler arasındayım ben 1 Kasım'dan beri. Ne yapalım? Bazen de böyle olur. Bazıları da daha sık kaybeder. Güzel yenilir, mağrur yenilir...

Madem hayat devam ediyor, geçen aylar boyunca okuduklarım listesi de devam etsin.

2015 Şubat ayına Monika Maron'un Animal Triste'si ile başladım. Çiçek Öztek ve Sinan Kılıç'ın Alef Yayınevi'nden çıkma bir kitap. Daha önce, aynı yazarın Acayip Bir Başlangıç'ını okumuştum. Yine aynı yayınevinden. Acayip güzeldi. Burda kahramanımız gözümüzün önünde kendi yaşlılığı ve yalnızlığı ile yüzleşiyordu. Maron'dan yaptığım bu ilk okuma, beni onun peşinden ayrılmamaya sevketti.

Alef'in kitaplarını genelde çok beğeniyorum. Maron'un ikinci kitabında çevirmen Mustafa Tüzel de adeta romanı yeniden yazmış. İnsanın tutkulu ve hayvansı yanını teşhir etme iddiasındaki yazar, Berlin Duvarı'nın yıkıldığı dönemin politik atmosferini de arkasına alarak enfes bir okuma deneyimi sunuyor. Kişisel hikayeler ve küçük dünyaları, büyük ve sarsıcı politik dönüşümlere bağlamak hiç de kolay değil. Animal Triste bir "yasak aşk" tecrübesi etrafında ördüğü hikayesiyle bunu başarıyor ve bu yılın en iyi kitaplarından biri bence.

Haa, bir de kapaklar çok güzel. 

Hımm. Filmi de olduğunu bilmiyordum. Acaba isim benzerliği mi?


Alın size bir "yasak aşk" hikayesi daha. Ingrid Bergman'ı Baştan Çıkarmak'ı, Bergman hayranı olduğum için falan değil, Macar savaş fotoğrafçısı Robert Capa'yı merak ettiğim için alıp okudum. Yazar Chris Greenhalgh da sanki ünlü Magnum Fotoğraf Ajansı'nın kurucularından Capa'ya iltimas geçmiş gibi. İkinci Dünya Savaşı'nın bitimiyle işgalden kurtulmuş Paris'e moral gecelerinde sahne almak için gelen şöhretinin doruğundaki ama sıkıcı bir evliliğin kıskacındaki Ingrid Bergman ile Capa'nın kaçınılmaz ve tutkulu aşkı anlatılıyor kitapta. Hikaye Paris ve sonra Hollywood'da geçiyor. Ki bence Hollywood'da yaşananlar daha ilgi çekici. 

Öyle best seller falan olacak türden bir kitap değil. Adına ve dedikodulu olmasına bakmayın siz. Oldukça akıcı üslubu ve incelikli tahlilleriyle ana karakterleri iki ünlü şahsiyet olmasaydı da iyi bir kitap olabilirdi, diye düşündürüyor. Üslubu çevirmenler Taciser Belge ve Ayşen Anadol'un yeteneklerine, deneyimlerine borçlu olabiliriz tabii. 

Adamımız. Nasıl, baştan çıkarıcı mı? 


Remzi Şahin'in Ankara Oteli'ni bir gazetede tefrika edilmiş haliyle keşfettim. Kitap olarak da basılmış. Ama ilginçtir, kitabın yayınevi ve basım tarihi yok. Yetmişli yılların Ankarasında geçen politik bir roman. İçinde Demirel, Ecevit, bakanlardan vekillere siyasetçiler, işadamları, CIA ajanları, hırslı ve şehvetli kadınlar, işbilir siyasetçi eşleri cirit atıyor. Hepsi, gerçek isimlerini çağrıştıracak takma isimlerle anılıyorlar. 

Ankara Oteli bugünkü Atatürk Bulvarı üzerinde, zamanının şaşaalı bir mekanı. Özellikle siyasetçilerin ve işadamlarının buluşma mekanı. Davetler, resepsiyonlar veriliyor burada. İş görüşmeleri yapılıyor, gönül ilişkileri gözlerden ırak sürdürülüyor. Kumpaslar kuruluyor. İstanbul Hilton'un Ankara versiyonu. 

Yazarı, kitapta Demirel'in dürüstlüğü ve masumiyetini kanıtlamaya girişiyor ve kitabı bunun için bir araca dönüştürüyor. Benim beklentim, dönemin Ankarasını temsil eden bir mekan hakkında keyifli bir hikaye okumaktı. Ama siyasetin erkeksi, ötekileştirici, öfkeli ve sevimsiz yüzünü bir gazetecinin kekre kaleminden okumak durumunda kaldım. 

Sözü geçen otelimiz. 


Zuhal Kuyaş'ı, yine Sevin Okyay'ın Ntv'deki kültür sanat programında, kızı Nilüfer Kuyaş'ın konuk olduğu hafta keşfettim. Zuhal Kuyaş, o yıl 90 yaşına girecekti ve kızı Labirent'ten çıkacak son kitabının ona bir doğum günü armağanı olacağını söylüyordu. Sevin Okyay, Labirent'i ayrı bir sever, kollar. Ben de Ankara'daki kitap fuarında sahibiyle tanışmış ve çok sempatik, heyecanlı bulmuştum. Güzel kitaplar yayınlıyorlar. 

Meğer Zuhal Kuyaş, daha gencecik bir kadınken polisiyeler yazmaya başlamış. Sonuncu Oda ve Kartal Yuvası gençlik döneminin ürünleri. Kartal Yuvası'nı daha önce okumuştum. Tarihi bir romandı, yine polisiyeydi. Çok iz bırakmadı bende. Ama Sonuncu Oda, yetkinleşmiş bir polisiye yazarı çıkardı karşıma. İnsanı saran bir üslubu var Kuyaş'ın. Tatlı tatlı anlatıyor, arada geriyor da. İstanbul'da bir yalıda, servetini ve itibarını kaybetme tehdidiyle yüz yüze bir ailenin hikayesi içinden doğuyor gerilim. 

Sonuncu Oda'yı okurken Zuhal Kuyaş'ın genç ve heyecanlı simasını hayal ettim. Onun kuşağından polisiyeci kadın yazar çıkması mucize gibi bir şey. Çok kıymetli bence.

"Geç keşfedilen gizemli yazar" diye sunuluyor Radikal Kitap'ta Kuyaş.


Mart ayı okumalarında görüşmek üzere.






Animal Triste, Monika Maron, Çev. Mustafa Tüzel, Alef
Ingrid Bergman'ı Baştan Çıkarmak, Chris Greenhalgh, Çev. Taciser Belge, Ayşen Anadol, DK
Ankara Oteli, Remzi Şahin

Sonuncu Oda, Zuhal Kuyaş, Labirent
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...