6 Temmuz 2023 Perşembe

Riskli Bir Eylem Olarak Kitap Tavsiye Etmek

Bazı kitapları ablamdan alıyorum. Okuma tercihlerimiz her zaman birbirini tutmuyor. Zaten kitap tavsiye etmek veya kitap tavsiyesi almak netameli bir iş. Ama her fırsatta söylediğim gibi, okuma zevkimi ablamın kitaplığında eşelenerek ve onun teşvikiyle edindim. Kendisine minnettarım. Bu dört kitap içinde Botter Apartmanı onun tavsiyesi. Sevgi Soysal ise yeniyetmeliğimde beni tanıştırdığı paha biçilmez bir yazar. 

Kendimi tutamayarak kitapsever eşe dosta önerilerde bulunduğum oluyor. E zaten buraya da yazıyorum. Ama bunun tekin bir iş olmadığını biliyorum. Her türlü sanatsal üretim için aynısı söylenebilir. Birilerinin tavsiyesine de çok prim vermiyorum. Bende arzu uyandıran bir yorum yapılmışsa o başka. Unutulmaz yazarlarımı ve kitaplarımı hep el yordamıyla buldum. Bu durumdan da memnunum. Şimdi yine riske girerek bu dört kitaptan özellikle ikisini tavsiye ediyorum. 


Sevgi Soysal'ın Yürümek'ini çok gençken, belki de çocukken, bahsettiğim gibi ablamın kitaplığından çekip okumuş olmalıyım. Söz konusu dönemde yayıncılık sektörü şimdiki gibi şahlanmış değildi, seçenek sınırlıydı. O zamanki aklım pek de matah bir şey olmadığı için (sanki şimdiki öyleymiş gibi :) yeniden okuyayım dedim. Ela ile Mehmet, aynı kuşaktan, sosyal çevrenin baskısıyla yetişmiş bir çifttirler. Birbirlerini bulana kadar geçen sürede bir çocuk, genç, yetişkin olarak yaşadıklarını, özellikle de cinsellik ve duygusal ilişkiler konusundaki gerilimlerini, travmalarını, korkularını ve beklentilerini okuruz Yürümek’te. Cinselliğin ve aşkın, kadın ve erkekte nasıl farklı karşılık bulduğunu, iki cinsin farklı duyarlıklarını anlatır Soysal bu kitapta. Ankaralı yazarımız Soysal'ın şehir sakinlerinin yürümekle düşünmeyi ve hayal kurmayı eşdeğer gören tavrına bir armağan gibi de bu metin.  Ela'nın gerçek hayatta kim olduğuna dair fısıltılara kulak tıkayın, derim. Hem o kişinin kişilik hakları bakımından, hem de bir roman kahramanının gerçek hayatta tam karşılığı olamaz, diye.


İlk okuyuşum bu güzel baskıdandı

Ablamın önerdiği Botter Apartmanı, Ayşe Övür tarafından kaleme alınmış. Narmanlı Han’ın karşısındaki Botter Apartmanı sakinlerinin geçmişlerindeki sırlardan yola çıkarak anlatılan bir yakın tarih hikayesi. Padişahın terzisi Botter’in İstanbul’un ilk modaevi olarak yaptırdığı apartmanın mimarı, çok iyi bir pskiyatri eğitimi alıp aile apartmanında muayenehane açan Kaan, mimarın torunu Esta, kapıcı Hamza, oyuncu Leyla Hanım etrafında gelişen hikayede, 6-7 Eylül olayları, Osmanlı’nın son yılları, modernleşme çabaları ve bunun yanında kişisel hesaplaşmalara tanıklık ediyoruz. Yarı belgesel nitelikli roman bu enfes apartmana gözleri çevirdiği için bile kıymetli.

Anlatılmaya ve korunmaya değer bir apartman


Taçlı Yazıcıoğlu'nun Hep Sondan Başlar'ı, sondan başa doğru bir kuşak, aile, toplum hikayesi. İki tanınmış yazar olan Ece ile Tunç’un tanışmaları ile açılan roman, geriye doğru giderek, toplumsal kültürün, gündelik hayatın ve buna bağlı olarak kadın-erkek ilişkilerinin nasıl dönüştüğünü ele alıyor. Keyifli bir okuma tecrübesi.

Kapakta Grace Kelly ve aşığı Monaco'yu tepeden seyreylemeye gelmiş gibiler


Nina Berberova'nın Eşlikçi Kız'ını Can bir novella formatında basmış. Novellada güzel ve yetenekli bir şarkıcı olan Marya Nikolayevna’ya piyanoyla eşlik etmesi için tutulan Soneçka’nın, şarkıcının doygun ve mutlu hayatına duyduğu haset temel izlek. Soneçka, yoksulluğu ve yoksunluklarının acısını, bu pervasız ve göz kamaştırıcı kadından çıkarmak ister. Bazen kötücüllüğün nasıl meşrulaşabildiğine ve sizi de ikna ettiğine şaşıyorsunuz. Okuyun derim.

 

Olgun çağında Berberova

Botter Apartmanı, Ayşe Övür, Remzi.

Hep Sondan Başlar, Taçlı Yazıcıoğlu, İletişim.

Yürümek, Sevgi Soysal, İletişim.

Eşlikçi Kız, Nina Berberova, Çev. Roza Hakmen, Can.

31 Aralık 2022 Cumartesi

Yaşlılık ve yalnızlık okumaları

 


Bu seferki 4 kitap yaşlılık, yalnızlık ve geçmişe yolculuk etrafında kümelenmiş tesadüf eseri. Yaşlılığı, yalnızlığı kadınların ve erkeklerin nasıl deneyimledikleri, hayatın sonuna doğru geçmiş hikayelerden avuntu aramak veya onlarla hesaplaşmak, hayatın yarattığı hayal kırıklıklarının üstesinden gelmek için çabalarken başka travmalarla karşılaşmak...


Italo Svevo'yla yıllar önce bir kitabıyla tanışmıştım. Bu ikincisi, Svevo, İyi Yürekli Yaşlı Adamla Güzel Kızın Öyküsü'nde, altmışına merdiven dayamış zengin bir bürokratın savaş zamanı kendisinden iş istemeye gelen genç ve güzel bir kadınla ilişkisini ironik bir dille anlatıyor. Yaşlı adam başta kaale almadığı genç kadının cazibesine kapılınca türlü budalalıklar yapıyor. Şaşırdık mı? Ama bu şehevi ve duygusal girdap sağlığına zarar veriyor. Bunu fark ettiğindeyse faziletli, görmüş geçirmiş, babacan bir figüre dönüşme yoluna giriyor. Bu yolda öyle kibirli bir tavır alıyor ki, açıkgöz genç kadın onu epeyce sömürüyor. Gençlere öğütler ve yaşlılık hakkında bir kitap kaleme almaya girişen ihtiyarı sürpriz bir son bekliyor. Svevo ihtiyarlık hakkında epey lakırdı ediyor. Yaşlılık romanını da hatırlarsınız. Yaşlılık yaşlandıkça benim de üzerine kafa yorduğum bir mevzu. Her kültürde yaşlanma ve yaşlılık süreçleri farklı olsa da, epey bir benzerlik var. Fuat Sevimay'ın çok iyi çevirisini de analım.

Geç Dönem Osmanlı ailesi gibi bir Svevo ailesi

Füruzan'ın, Gül Mevsimidir adlı uzun öyküsü, Kuşatma kitabının içinden çıkmış. İzmirli bir asilzade ailenin kızı, Mesaadet, ölüme yaklaşıp oğlunun evinde bir daireye hapsolduğu günlerde hep eskiyi anar. Bulunduğu sınıfa, kültüre körü körüne bağlı, kurallarla yaşayan ve etrafından da bunu bekleyen Mesaadet, ömrünün sonunda eski aşkını, eski İzmir’i gençliğini anarak fakat sınıfının gaddarca tavrını muhafaza ederek yaşamaktadır. Alın size bir başka yaşlılık pratiği. Bu kez kültürel, sınıfsal ve cinsiyet bakımından farklı bir yaşlılık. Nasıl da arka arkaya tesadüf etmiş. Füruzan yerli yazarların en iyilerinden bence. Ergenken ablamdan alıp okuduğum bu kitabı yine o bana gönderdi ve bir kez daha okudum. Fakat ergenlikteki algımla bu yaşımın algısı ne kadar farklı oldu. Keşke ömrümüz vefa etse de bizi etkileyen bazı kitapları bir kez daha okuyabilsek. Gül Mevsimidir'i ve tabii Türkiye siyasi tarihinin önemli bir kesitini/kuşağını çok iyi anlatan 47'liler'i tavsiye ederim. 

Ablamın zengin kütüphanesinden okuduğum nüsha

Yine bir kadın hikayesi anlatan Oktay Rifat'ın Bir Kadının Penceresinden'i özellikle Gül Mevsimidir'in ardına ekledim. Filiz, kocası Bedri’nin yarı aydın kibrinden muzdarip, üç çocuk annesi, duyarlı ve mutsuz bir kadındır. Hayatı sorgular, etrafını gözlemler, insanlarla empati kurar, doğaya yakın durur. Yoksulluk ve Bedri’nin baskısı onu genç ve idealist Selim’e yönlendirecektir. Filiz ile Selim arasındaki gizli saklı ilişki romanın ana teması gibi gösterilse de, anlatılan aslında kadının toplum içindeki yeri, yasaklar, dogmalar, körü körüne batı hayranlığı, gelenekler ve bunların birbiriyle çelişmesinin Filiz üzerinde yarattığı baskıdır. Evlilik, ebeveynlik, aşk ve cinsellik de sorgulanan konular kitapta. Fonda ise yetmişlerin kaotik atmosferi var. Oktay Rifat keşke daha fazla kurgusal metin yazsaydı. Yerli edebiyat okumalarım arasında unutulmazlardan biri oldu. Bir erkek yazarın bir kadının ruh halini, cinsiyet rol ve kimliklerinin yarattığı baskıyı bu kadar iyi anlatması hayranlık uyandırıcı.

Oktay Rifat'ın gözleri için gazel yazdığı ve genç yaşta veremden ölen eşi Türkan

Nobel ödüllü yazar Patrick Modiano'nun kara roman/polisiye arası kitabı Mahallede Kaybolma Diye, yazar Jean Daragane’in unutuluşa terk edilmiş travmatik çocukluk anılarını hatırlamasıyla başlıyor. Ona bunları hatırlatan, kaybettiği adres defterini bulan bir çiftin dikkat çektikleri bir isim. Olaylar geliştikçe çocukluk anıları bir bir aydınlanıyor. Yazar, bu kez kendi hayatını zihninde yeniden yazıyor. Belki çeviri sorunları yüzünden, belki de yazarla kan uyuşmazlığı sebebiyle kitabı sevemedim. Bir başka kitabıyla kapıyı zorlayacağım.

Hikayelerin başladığı yer


İyi Yürekli Yaşlı Adamla Güzel Kızın Öyküsü, Italo Svevo, Aylak Adam, Çev. Fuat Sevimay.

Gül Mevsimidir, Füruzan, YKY.

Bir Kadının Penceresinden, Oktay Rifat, YKY.

Mahallede Kaybolma Diye, Patrick Modiano, Çev. Nedret Öztokat, Can.

1 Kasım 2022 Salı

Yerli yazar keşfetme inadım

Çoktandır okuduğum kitaplardan bahsetmiyordum. Bu sefer de, çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlanan yerli yazarlarla yakınlaşma çabalarımın neticesi olan iki kitap ile ütopik/fantastik diyebileceğimiz kült bir eser ve bir de biyografi/romandan bahsedeceğim.

Öl gibi iddialı bir adı olan romanı merak etmeden duramadım. Satın almamı engelleyen, son yıllarda pek çok yerli yazara heves edip hayal kırıklığıyla sonlanan okuma tecrübelerine sahip olmamdı. Almaya karar verince de ne kitapçılarda, ne de internet sitelerinde bulabildim. Derken tek bir kopyasına rastlayıp sipariş ettim. Çağnam Erkmen'in romanında, okuldan arkadaş olan bir grup orta yaşlı kadın, bir tatil yöresinde geleneksel buluşmalarını gerçekleştirmektedirler. İçlerinden birinin beş-altı aylık ömrü kaldığını öğrenir ve onun son isteğini yerine getirmeye karar verirler. Son isteğin ne olduğunu söylersem spoiler vermiş olurum. Öl, aşk, arkadaşlık, kariyer, evlilik, aile ve cinsellik üzerine bir roman. Erkmen, bu konuları felsefi bir boyuta taşıma gayretini ve üslup geliştirme kaygısını öyle abartmış ki, asıl karakterlerin yanında, taksi şoförü ve benzeri yan karakterler aynı felsefi bakışla konuşuyor, üst dil kullanıyor. Bir hayal kırıklığı daha.

Kitap kapağı güzel. Fakat isimdeki emir kipi ile içerik çok da örtüşmüyor.


Jakob von Gunten, Jaguar ne yayınlasa alırım itimadımın bir neticesi olarak kitaplığıma yerleşti. Robert Walser üstad, Benjamenta Enstitüsü adlı bir eğitim kurumunda itaatkar, silik ve sabırlı bir hizmetkar olmayı öğrenmek üzere ailesinin asaletini ve servetini elinin tersiyle iten Jakob’un hikayesi üzerinden otorite, sınıf, kültür gibi kavramları sorguluyor bu kısa romanda. Birçok yazara ilham kaynağı olmuş. Fakat ütopik roman okumak beni sarmıyor. Bu türü sevenlere ve tabii Walser ile tanışmak isteyenlere tavsiye olunur. 

Fotoğrafa bakınca Walser'in genç Jacob'u yaratırken kendi gençliğinden yola çıktığını düşündüm.


Melisa Kesmez'in Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz adlı ilk kitabının değil de Nohut Oda'nın çok methini duymuştum. 5. Baskıydı elimdeki. Okudum, sevdim. Ama yetenekli ve yaratıcı birçok yerli yazarın eserlerinde olduğu gibi, üzerinde daha ince çalışılması gerektiğini düşündüren metinler gibi geldi yine bana. Neredeyse bir yazma koçuyla çalışsalar gibi absürd bir laf edeceğim. Mesela bu kitapta, her öyküdeki karakterler, “alasıya kadar”, “veresiye kadar” gibi şiveli bir konuşma tarzına sahipler. Her yaştan, her cinsiyetten ve kültürden insanın benzer bir jargonu, üslubu, şivesi olması imkansız. Belli ki bunlar, yazarın gündelik hayatında kullandığı fiiller. Bahsettiğim bunun gibi incelikler. Onun dışında ev temalı, yer edinme, mekan tutma/tutamama temalı seveceğiniz öyküler var.

Yine de en iyi yerli hikayecilerden biri.


Ressam ve müze müdürü olarak tanıdığımız Osman Hamdi Bey’in maceralı, cerbezeli hayatı hakkında çok akıcı ve tabii bilgilendirici bir biyografik eser Emre Caner'in Kaplumbağa Terbiyecisi. Roman denilmesine rağmen biyografiye yakın olduğunu düşünüyorum. Hayata atıldığında, bir devlet adamı olan babası tarafından hukuk tahsiline yönlendirilen Osman Hamdi, bunun için gittiği Paris’te sanata, özellikle de resme ve arkeolojiye yönelir. Yüksek bürokrat, otoriter bir babaya baş kaldırarak hayatına kendi istediği yönü verir. Belediye başkanı, Düyun’u Umumiye üyesi, protokol müdürü olarak görev yaptığını, iki kere, ikisi de Fransız olan kadınlarla evlendiğini, çok sayıda çocuğu olduğunu, muzip, hırslı ve azimli mizacını da öğreniyoruz bu kitaptan.  Aynı zamanda Abdülhamid döneminin otoriter ve korku dolu yıllarını, Ahmet Midhat Efendi ile Midhat Paşa’nın hikayelerini, saray entrikalarını, siyasi tarihi de takip ediyoruz. Ahmet Midhat Efendi'nin hikayesinin ayrıntılarını bu kitaba kadar bilmiyordum. Kendisine biraz mesafelendim. Mutlaka okuyun.

Tanımaya değer bir adam.




Öl, Çağnam Erkmen, DK.

Jakob von Gunten, Robert Walser, Çev. Gül Gürtunca, Jaguar.

Nohut Oda, Melisa Kesmez, Sel.

Kamplumbağa Terbiyecisi, Osman Hamdi Bey’in Romanı, Emre Caner, Kapı.


11 Temmuz 2022 Pazartesi

Yol kitabı, depresyon kitabı, yaz kitabı

 Sizin de ortama, duruma, ruh haline göre öne aldığınız veya ötelediğiniz kitaplar vardır mutlaka. Yola giderken, depresifken, neşeliyken, refakatçi olduğunuzda, otel odasında yalnız saatler geçireceğinizde, sahilde "hafiflik hayali"yle uzanıp yatacakken, toplu taşımda vb. okunacak kitaplar farklılaşıyor benim için. Fakat bazen de obsesif karakterim gereği, tuğla gibi bir kitaba sardırdığım veya önce onun sonuna gelinmesi gereğine inandığım için, çantamı böylesi kitaplarla ağırlaştırdığım veya tatilimin bir bölümünü zehir ettiğim olmuştur. Bir de sağdan-soldan demir leblebi olduğunu duyup elimin gitmedikleri var... Ama o da ayrı yazı konusu. 

Selim İleri'nin sayısız anı kitabından birini okurken, evden çıkarken çantasına hep ince bir kitap attığını okumuştum. Bu kitabı çantadan çıkardığı an çeşitli tanışmalara, bakışmalara, konuşmadan anlaşmalara veya dostluk başlangıçlarına da vesile oluyormuş. Tabii ince bir kitabı çantadan çalımla çekmek yetmiyor, Selim İleri şöhretine de sahip olmalısınız ki, "bu ne okuyormuş bakalım, yanına gitmek için de vesile olur hem" desin etrafınızdakiler :)

Neyse efendim, şu aşağıya bırakacağım beş kitabın ilkini iki günlük Kapadokya gezisine çıkarken, otobüste çok vakit geçireceğimi ama dikkatimi yoğunlaştıramayabileceğimi hesaba katarak yedeğime almıştım. İkincisini, elime geçer geçmez, iyi bir okurun/dinleyicinin değer verdiği yazarlara, müzisyenlere yaşam öyküsü biçmesi fikri hoşuma gittiği için duvara sürtünür gibi, çok uzun sürede ve gittiğim her yerde okumuştum ama hiç aklımdan çıkmadı. Üçüncüsünü bir akşamda, her şeyden bunalmışken devirmiştim. Dördüncüsüne kısa bir tren yolculuğunda, Ankara'dan Eskişehir'e giderken, Bozkır ruhuna hakkını versin diye başladım. Beşincisine ise hangi kitaba başlasam acaba diye kıvrandığım kitaplık önü mesaimin neticesinde el atmıştım.

Çok güzel fotoğraf


Türkan Şoray: Bir Yıldız Böyle Doğdu, bir Şoray biyografisi adından da anlaşıldığı üzere. Yetmişli yıllarda yazılmış biyografide Agah Özgüç, Türkan Şoray’ı belirgin bir alaycılık, hatta öfke ile tasvir ediyor. Bir tür aşk-nefret ilişkisi sanki bu. Çocukluğundan sinemaya girişine uğrayarak Rüçhan Adlı ve annesi ile kurduğu himayeci ilişki, sinema kariyerindeki hatalar ve isabetli kararlar bu kısa metinde bozuk bir Türkçeyle, cinsiyetçi bir tavırla anlatılıyor. Sonuna eklenen filmografi en isabetlisi. Yakın zamanda hayatını kaybeden Özgüç magazin muhabirliğinden sinema yazarlığına geçip, magazin muhabirliğinin raconunu elden bırakmadığı için yazdıklarına tenkisatlı yaklaşmak gereken bir yazar. Ama insan benim gibi dedikoducu tarafını bir kenara bırakamıyorsa Özgüç kitaplarını da bırakamıyor.

Lentz, ta kendisi


Michael Lentz'in Pasifik Sürgünleri, Nazi dönemi Almanyası’ndan kaçarak ABD’nin Pasifik bölgesine sığınan Alman entelektüel ve sanatçılarının sürgündeki hayatları, halet-i ruhiyeleri ve savaşın sonunda ne durumda olduklarını tahayyül eden bir roman. Mann, Shönberg, Brecht gibi isimleri, yapıtları ve anılarını izleyerek, ülkelerinden hangi koşullarda kaçmış, sürgünde neler hissetmiş, yaşamış ve yapmış olduklarını/olabileceklerini yarı kurgu-yarı belgesel nitelikli bir anlatımla sunuyor okura Lentz. Kendisi de müzisyen ve şair olan yazar okuması oldukça çetin ama okurda iz bırakacak bir metin ortaya çıkarmış. Çeviri ve redaksiyon sorunları da okumayı zorlaştırmasa iyiydi.

Desen böyle tanıtmış bu tatlı kitabı


Bugün Burada, Yarın Orada Peter Stamm, Jutta Bauer ikilisinden ev kavramı üzerine bir çizi roman. Hayali evlerde yaşayan geniş ailenin oğlu, her evin kendisine ve ailesine hissettirdiklerini çocuksu ve masalsı bir dille anlatıyor. Büyüklere de hitap eden, çizimleri usta işi bir kitap.

Ben bu eski baskının kapağını daha güzel buldum


Çehov’un Bozkır'ı, yaşadığı küçük şehirden okumak için büyük şehire doğru uzun bir yolculuk yapan 9 yaşındaki Yegoruşka’nın gözünden Rusya kırları, köylüleri, etnik çeşitliliği, farklı adetler, politik görüşler ve gündelik hayatın kendine has özellikleri ile anlatıyor. Tabii ki okunulası. Rus taşrasını iyi bilen zeki, duyarlı bir yazarın yarı otobiyografik hikayesi bu. Roman boyunca köylülük, taşrada sosyal hayat, taşrayla şehrin bağlantıları hakkında da düşünüyorsunuz. Bu kitap booktuber camiasında çok ilgi gördü bir dönem. İnce ve ucuz, bir de Çehov romanı diye mi ki?

Yazarımız ait olduğu yerde


Alberto Manguel çok üretken bir yazar. Dönüş'te, ülkesindeki diktatörlükten kaçması için ailesi tarafından Roma’ya gönderilen Latin Amerikalı Fabris'in hikayesini anlatıyor. Bir düğün için ülkesine ve doğup büyüdüğü şehre döndüğünde gerçeküstü sürprizlerle karşılaşacak, geçmişle hesaplaşacaktır Fabris. Daha doğrusu geçmişi onunla hesaplaşmak için dönmesini beklemektedir. Bir tür fantastik kara roman. Okunulası bir novella.


Türkan Şoray, Bir Yıldız Böyle Doğdu, Agah Özgüç, Göl Yayınları.

Pasifik Sürgünleri, Michael Lentz, Çev. Fikret Doğan, İletişim.

Bugün Burada, Yarın Orada, Peter Stamm, Jutta Bauer, Çev. Ümit Mutlu, Desen.

Bozkır, Bir Yolculuk Hikayesi, Anton Çehov, Çev. Ayşe Hacıhasanoğlu, İş Kültür.

Dönüş, Alberto Manguel, Çev. Ülker İnce, Kırmızı Kedi.


24 Ekim 2021 Pazar

Kitap sizi çağırır mı?

 

Yeni bir kitaba başlayacağınızda nasıl seçim yapıyorsunuz? Hele kitaplığınız okunmamış küskün kitaplarla doluysa ve kimisini yıllaaaar önce alıp rafa koyduysanız... 

Daha önce de yazmıştım, bir son aldığım, bir çok eskiden kalan kitapla yola devam ediyorum ki, hiçbirinin hakkı kalmasın bende. Ve de umulmadık güzel tecrübeler yaşayayım.


Çiçeklere düşkün ve biraz da huysuz bir kadın Celal


Bazen de bir okuma, bir sohbet, bir izleme sizi bir kitaba yönlendiriyor. İşte çok sevdiğim Peride Celal'in çocuk denecek yaştayken okuduğum Üç Yirmi Dört Saat'ini, hakemlik yaptığım bir makalede analiz edildiği için hatırladım. Ve hemen sahaftan bulup okudum. Şimdilerde H2O yayınları tüm eserlerini basıyor. Ama birkaç yıl önce kimi kitaplarına ulaşmak zordu.

Üç Yirmi Dört Saat'te, bir konağa besleme olarak verilen Ayşe’nin yaşlanıp ölümcül bir ameliyat geçirmesi ve özel bir hastanede geçirdiği kritik üç günü, konağın küçükhanımı ve onun kızının bakımıyla aşmaya çalışması anlatılıyor. Üçlü, bu üç gün boyunca birbirleriyle, geçmişle hesaplaşıyorlar. Ayşe bir tür hafif komada olduğundan konuşulanları duyuyor ama yanıtları içinden veriyor. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e devreden evlatlık, beslemelik ve hatta kölelik kurumuna dair de bir anlatı bu. Bu konuda eşsiz bir çalışma yapmış rahmetli Ferhunde Özbay'ı da anayım yeri gelmişken. Fonda yetmişler Türkiye’sinin sokak çatışmaları, politik tartışmaları var. Sürükleyici ve okunası bir metin fakat cinsiyet körü. Peride Celal biraz daha geç doğsaydı, bu konuda daha güçlü bir duyarlılık geliştirebilirdi diye düşünüyorum.

Kitabın 1923 tarihli ilk baskısının kapağıymış bu


Suat Derviş adeta moda oldu biliyorsunuz. Behire'nin Talipleri de, Bütün Yapıtları serisinden bir öykü kitabı. Öyküler uzun, birkaç bölümden oluşuyor. Hepsi de Osmanlı’nın son döneminde, modernleşme sürecinin ev içlerine, insan ilişkilerine, gündelik hayata nasıl yansıdığını gösteriyor. Kadı-erkek ilişkileri, evlilik, flört başta olmak üzere... Batının yozlaştırıcı bulunan etkisi ile geleneğin bağnazlığı çatışıyor öykülerde. Ama kadınlar genelde güçlü ve mücadeleci. Edebi değeri yok denecek kadar az olsa da, gazetecilikten yetişen Derviş'in bu kitabı bir tür yarı kurgusal araştırma dosyası hazırlamış gibi kaleme aldığı söylenebilir. 

2. baskıyı yapmış


Uwe Timm gibi eşsiz bir yazarın Can'ın "ne alırsan şu kadar tl" çılgınlığına dahil edilmesi iyi bir şey mi bilemedim. Otobiyografik anlatı Kardeşimin Gölgesinde'yi bu furyadan satın almıştım. Okur için iyi bir şey. Ama Timm'in kıymetini bilen okur için. Çünkü, biliyorsunuz ucuz kitap niteliksizmiş gibi de algılanabiliyor. Hani, "satamadık o yüzden indirime gittik" kabilinden. Timm, Kardeşimin Gölgesinde'de, 2. Dünya Savaşı’nda Naziler safında savaşırken yaralanıp ölmüş bir ağabeyin kısa günlüğünden yola çıkarak, aileyle, toplumla, kendiyle hesaplaşıyor. Kitlesel suskunluğun, kitlesel onay anlamına gelmesi gerçeği ürpertiyor insanı okurken. Özel alanda başlayan veya oraya sirayet eden otorite, şiddet, baskı, aile ilişkileri ve cinsiyet rollerinin edinilmesinde de kendisini gösteriyor. Tabii Timm'in tüm kitaplarına sahibim artık. Sonu gelmesin diye yılda bir veya iki tane okuyorum. Kesinlikle okuyunuz.

2. Cildin çıkmaması manidar


Sevgili Erdal, yazarlar, sanatçılar, gazetecilerin Erdal Öz’e yolladıkları çoğu özel mektuplardan oluşuyor. Yayınevine yapılan kurumsal başvurular da var ama az sayıda. Öz’ün öğrencilik yıllarından başlayarak, Cem Yayınevi’nde editörlük yaptığı ve Can Yayınları’nı kurduğu dönemlerde kendisine ulaşan talepler, eleştiriler, sitemler, dert dökmeler ve özlemlerle dolu metinler. En ilginci, yazarların egolarının şişkinliği ve birbirlerini kıyasıya eleştirmeleri. Sık sık küsüp barışmaları. Edebiyat dedikodusu seven mutlaka okumalı.


Üç Yirmi Dört Saat, Peride Celal, Can.

Behire’nin Talipleri,  Suat Derviş, İthaki.

Kardeşimin Gölgesinde, Uwe Timm, Çev. Ayça Sabuncuoğlu, Can.

Sevgili Erdal, Erdal Öz’e Mektuplar, Yay. Haz. Selim Bektaş, Can.

15 Ağustos 2021 Pazar

Kadınları anlatan erkekler/Erkekleri anlatan kadınlar

 

Bu seferki kitaplardan ilki bir Hollywood yıldızı kadar parıltılı Tennessee Williams'ın eski bir kadın tiyatro oyuncusunun yaşlılık dönemini anlattığı Mrs. Stone'un Roma Baharı. Mrs. Stone'un düşündüğümüz kadar yaşlı olmadığını tahmin ediyorum. Çünkü sahne sanatlarında özellikle kadın oyuncuları hemen ıskartaya çıkarırlar bilirsiniz. Erkek yazarların kadınları, onların ağzından veya muhayyilesinden anlattıkları kitaplar hep ilgimi çekmiştir. Tam tersi durum da ilgi çekicidir ama kadın yazarların erkekleri anlattığı daha nadir görülür. Her insanın içinde iki cinsi de barındırdığını düşündüğüm için olsa gerek bu merak.  Fazladan, Williams'ın cinsel kimliği bir kadını anlatırken onu diğer erkeklerden farklılaştırıyor bir ölçüde. Yakın zamanda Çalıkuşu'nu okumuş ve Reşat Nuri'nin bir kadının duygu dünyasına, erkekler arasında var kalma mücadelesine, bütünüyle olmasa da, isabetli bir şekilde nüfuz ettiğini düşünmüştüm. Bu yazıda hem Williams'ın Mrs. Stone'u, hem de Zeynep Göğüş'ün göçmen ailesinin hatırlayabildiği en eski kuşak erkekleri var.


Tennessee Williams'ın Mrs. Stone’un Roma Baharı, Williams gibi eski ustaları hatırlamak için iyi bir fırsat. Bir dönemin ünlü tiyatro oyuncusu Karen Stone, kariyeri bittikten, kocasını kaybettikten ve artık büyüleyici güzelliğini yitirmeye başladıktan sonra boşluğa düşer. Amerika’dan Roma’ya gider ve bir süreliğine oraya yerleşir. Orada bir arabulucunun önayak olmasıyla genç bir jigolo edinir. Bu ona kısa süre iyi gelse de, yaşlı, çirkin ve kaybetmiş olduğu fikrinden kurtulamaz. Cinsellik, aşk, tutku, hırs ve yaşlılık üstüne bu novella, kadınların yaşlılıkla imtihanlarının tüm kültürlerde çetin geçtiğini düşündürdü bana. Tam da yaşlılık üzerine çalışırken, bilerek-bilmeyerek sosyal hayatın, ilişkilerin dışına itmeye çalıştığımız, tahammül gösteremediğimiz yaşlı nüfusun -işler yolunda giderse - bir parçası olacağımızı hep unuttuğumuzu düşünüyorum. Fakat Williams'ın novellasında, sıradan insanlardan farklı olarak, hayatını güzellik ve çekiciliğin başat olduğu bir kariyer üzerine kurmuş bir kadının bu ağırlığı nasıl derinden hissedeceğini görüyoruz. Tabii ki mutlaka okuyun.



Sadece kitap kapağını koymakla yetinemedim. Williams'ın Hollywood yıldızıvari fotoğrafı da kapağa eşlik etsin.



En eski edebiyat dergilerinin yazarlarından Uğur Kökden bir mühendis. Yoksul bir memur çocuğu olarak taşrada hayata başlamış, dünya kültürüne ve dillerine aşina, edebiyatın her türüne yakınlık duyan ve yazı da yazan birine dönüşmüş.  Kökden, cerbezeli bir hayat yaşamış. Epey anı biriktirmiş ve bunları ciltler halinde yayınlamış. Okuru öyle bir kavrıyor ki, bir kitaptan yorulsanız da, diğerinden geri duramıyorsunuz. Unutmayı Bir Öğrenebilsem de yine bir anı kitabı. Kökden'in yazdıklarında bana ilginç gelen, özel hayatından hiç bahsetmemesi. Yaşadığı ve yoğun olarak yazdığı dönemi düşünecek olursak, siyasi faaliyetlerine de seyrek gönderme yapıyor. Edebi dedikodu severleri memnun edecek metinler Kökden'in anıları aynı zamanda. Ama pespaye değil. Kültür tarihi, siyasi tarihi anılardan takip etmek mühim. O yüzden de tavsiye ederim. 


Uğur Kökden'in bu fotoğrafını çok seviyorum. Hayat bu kadar yalın ve karmaşık bir şey bence de.

Kum Saati Fabrikası'nda, İngiltere’de 1903’te ortaya çıkan süfrajet hareketini bir polisiye hikaye çevresinde anlatıyor Lucy Ribchester. Queer gazeteci Frances, Ebony Diamond’un kayboluşunun esrarını çözmeye çalışırken, süfrajet hareketinin talepleri ve mücadele biçimlerinin farkına varır.  Dünyaya bakışı da böylece değişecektir. Okumaya değer bu roman hakkında daha önce yazmıştım: https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/06/21/kadinlarin-belleri-ve-oy-haklari Eliniz değmişken, süfrajetler hakkında çarpıcı bir film olan Demir Çeneli Melekler'i de izleyin bence.


Süfrajetler söz konusu olunca işler tersine döner. İşte bir çetin ceviz daha...



Işık Ülkesinden, gazeteci Zeynep Göğüş’ün kendi ailesinin göç hikayesinden esinlenerek anlattığı, genç Cumhuriyt'in hikayesine eşlik eden bir geniş aile öyküsü. Buddenbrook Ailesi’ne öykünen ancak onun edebi ağırlığına nazaran pek cılız kalan bir roman. Anı kitabı olsaymış çok daha başarılı olabilirmiş. Bazı kitapları okurken sıkılıp elinizden atmazsınız ama okumasam da olurmuş, dersiniz ya. Öyle bir şey işte. Yakın zamanda aile öyküsünün devamı yayınlandı: Zeytin Kuşu. Onu okumadım. Işık Ülkesinden hakkındaki olumsuz intibama rağmen, kadınların yazmaları, hele ki aile hikayelerini "açmaları" çok değerli. 


Oldukça ilgi görmüş. Belki 3. baskıyı da geçmiştir.



Mrs. Stone’un Roma Baharı, Tennessee Williams, Çev. Fatih Özgüven, İletişim.

Unutmayı Bir Öğrenebilsem, Uğur Kökden, YKY.

Kum Saati Fabrikası, Lucy Ribchester Çev. Çiçek Öztek, Alef.

Işık Ülkesinden, Zeynep Göğüş, Everest.

7 Mayıs 2021 Cuma

Taşralı ve sağcı erkek olmak



Blogumu ihmal etme rekoru kırmama ramak kala, yeni dört kitap anlatmak istedim.
Bir Taşra Köpeği, Nuri Bilge Ceylan'ın Ahlat Ağacı filmine ilham veren roman. Akın Aksu da Ceylan'ın akrabası. Filmin kamera arkası görüntülerinde Aksu'nun hep sette, Ceylan'ın yanı başında olduğunu, ona danışıldığını görüyorsunuz. Romanda, isimsiz bir taşralı genç, bir sahil şehrindeki rutin yaşantısını, çevresindeki her sınıftan ve kültürden insanı ve ortamın boğucu, eril, umarsız atmosferini anlatıyor. Cinsellik, aşk, ihtiras dolu bir ortamda yaşayan anlatıcının adı yok, arzuları ve beklentileri yok. Gündelik kaygılar ve umursamazlık içinde yaşıyor. Bu da ilginç. Tavsiye ederim.

Bir Taşra Köpeği'nden Ahlat Ağacı'na...



Pandemi'den önce Milli Kütüphane'de uzun uzun 70'li yılların gazete ve dergilerini taramıştım bir makale için. Tabii süreli yayınları, özellikle kültür-sanat, edebiyat dergilerini elden geçirirken bu dönemi sağdan anlatan romanlar var mıdır diye de merak ediyor insan. Bu saikle Tarık Buğra'nın külliyatına yöneldim. Gençliğim Eyvah, 12 Mart’a giden süreci, Yetmişler’in politik çatışma ortamını anlatan bir roman. Bu upuzun anlatıda, yoksul ve arayış içindeki Raşit’in, tüm politik kaosu, şiddeti organize ettiği ve uluslararası bağlantılarla tüm ülkeyi el altından yönettiği ileri sürülen İhtiyar’la ve kendisini ayartması, yönlendirmesi için İhtiyar tarafından ayarlanan Güliz’le kurduğu ilişki üzerinden dönemin politik panoraması ve gençlerin kişilik arayışlarının uğrakları ele alınıyor. Çok kötü bir üslup, çok alaycı ve komplo teorilerine dayalı acımasız tahliller, taraf tutan bir yaklaşım. Devrim fikrini, Marksizmi yerden yere vuran, küçümseyen bir anlayış. Tarık Buğra bu kadar da yabana atılamaz aslında. Demek ki endoktrine edici roman yazarken çuvallanabiliyor. Fakat bu komplonun nereye gideceğini, sağın, sola nasıl baktığını falan merak ederek inatla devam ediyorsunuz. Düşününce, Kurtlar Vadisi gibi dizilerin hangi romanların, hangi yazarların paltosundan çıktığı da belli. İnsan karşıtının kafasının nasıl çalıştığını anlamak için bu tür metinlere maruz kalmayı göze almalı.

Tarık Buğra



 Komiser Paşa, Özel Göç Büro Amirliğinin İlk Cinayet Dosyası, adlı polisiye roman, iki yaşından beri Almanya’da yaşayan Süleyman Turhan'ın, Bavyera eyaletinde, Münih’te yaşayan bir Türk kökenli komiserin, Zeki Demirbilek’in maceralarını kaleme aldığı bir ilk kitap. Dedektiflik hikayesi olmaktan ziyade, Almanya’da göçmen Türk algısı, Türklerin Alman kültürüne ve yaşayış tarzına yaklaşımları gibi temalar konu ediliyor. Sorunlu olan kısmı ise yazarın oryantalist ve toptancı bir bakışla yaklaşması Türkiye'den gelenlere. Buna rağmen sürükleyici. Fakat yine de devam kitaplarını okumam sanırım. Okunacak onca cazip polisiye roman varken...

Demedim mi oryantalist diye. Tanıtımı da böyle yapılmış.



Farid Boudjellal'ın yazıp çizdiği Ermeni Ninem, Anadolu’dan Arabistan’a ordan Cezayir’e ve Fransa’ya sürgün edilmiş Ermeni Mari Karamanyan’ın hikayesi. Yazar da onun torunu. Ninesinin Ermeni olduğunu tesadüfen öğrenen Farid, onun unutmak istediklerini hatırlamak için uğraşıyor. Ermeni katliamı, göçmenlik, kültürlerarasılık, geçmişle hesaplaşma üzerine kurulu bir çizgi roman. Hararetle tavsiye ederim. Daha ayrıntılı bir tahlili gazeteduvar için yapmıştım: https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/05/10/ermeni-ninenin-dilsizligi

Mari'nin hikayesi unutulmasın diye...




Gençliğim Eyvah, Tarık Buğra, Ötüken.
Bir Taşra Köpeği, Akın Aksu, Doğan Kitap.
Komiser Paşa, Özel Göç Büro Amirliğinin İlk Cinayet Dosyası, Su Turhan, Çev. Ayla Akın, Kitap Kurdu.
Ermeni Ninem, Farid Boudjellal, Çev. Hande Topaloğlu Hartmann, Aras.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...