29 Mart 2020 Pazar

Daha az okunulup, daha çok seyredilen karantina günleri


Ev karantinası günlerinde online alışverişler patlamış. Bugün bir hocamız, kıyafetlerde bedenin üst kısmını örtenlerin alt kısmını örtenlere göre daha çok satıldığını öğrenmiş. Online toplantılar ve aile görüşmeleridir buna sebep herhalde. Ben de bu iş uzadıkça online toplantılara makyaj yapıp küpe takarak katılım göstermeye başladım.

Ne diyordum? Online alışveriş furyasına ben de kitap sipariş ederek katıldım. Fakat katılmaz olaydım. Akşamın bir vaktinde kapıya iki ayrı şirketten kargocu geldi. Her ikisi de oflayıp puflayarak, hatta ağlayıp inleyerek çıktılar tek katı. Kapıya paketi attıkları gibi de gittiler. Ne imza, ne tc kimlik, ne bişey. Bin pişman oldum. Evde zaten onyıllarca yaşasam okuyup bitiremeyeceğim kadar kitap varken, böyle bir zulüm yaşattım zavallıcıklara. Maaşları hiç artmazken, mesai saatleri ve karşılaştıkları riskler durmadan artıyor.

Karantina günlerinde daha fazla kitap okunacağı varsayılıyor. Ama ben emin değilim. Seyretme fiili daha yaygın çevremde. Abonelikle izlenebilen dijital kanallardaki diziler rağbet görüyor. Ben de daha çok okuyacağımı sanırken, evden çalışmanın ve evde çocukla yaşamanın gadrine uğramış durumdayım. Haliyle daha az okuyorum. 

Bir süre sonra duruma alışırız, diye düşünerek yine dört kitaptan bahsedeyim size.


Giovanni’nin Odası, çocukluğumdan evden ayrıldığım güne kadar hep babamın küçük kitaplığında durdu. Kimse alıp okudu mu, bilmiyorum. Ama ben kendi evime giderken onu yanımda götürmüştüm. Daha geçen yıl bu çok eski baskıyı okumaya sıra geldi. İyi ki de gelmiş. James Baldwin'i bize rahmetli Engin Cezzar ile Gülriz Sururi tanıtmışlardı. Yakın zamanda okuduğum Osman Necmi Gürmen'in anılarına bakılırsa, bu üçlünün hep bir Hollywood senaryosu projeleri oluyormuş.
Üçünün İstanbul'da bir meyhanede çekilmiş fotoğrafları ara sıra gündeme gelir. Baldwin hem cinsel kimliği, hem de cüretkar bir yazar olması hasebiyle babamın kütüphanesinde pek ayrıksı durmuş demek yıllarca. 
Giovanni'nin Odası'nda, İtalyan Giovanni ile Amerikalı David, Paris’te karşılaşır ve aynı odada kalmaya başlarlar. David’in tereddütleri ve tutkusuyla bir arada yürüttüğü, Giovanni’nin ise dört elle sarıldığı bu ilişki, David’in sevgilisi Hella tatilden dönene kadar sürer. David’in aşkı Giovanni’nin felaketi olacaktır. Oda metaforunun, eşcinselliğin, Paris’in bohem hayatının ön planda olduğu bir aşk, tutku ve nefret romanı. YKY yeniden bastı. Hararetle tavsiye ederim.

Harika bir fotoğraf değil mi? Baldwin İstanbul'da.


Zabel Yesayan'ın eleştirmenler tarafından en çok beğenilen eseri olan bu novella, yani Son Kadeh, İstanbul’da zengin ve başarılı bir adamla evli, iki çocuklu Adrine’in yasak aşkına yazdığı mektuplardan oluşuyor. Adrine'in duygu dünyasını ve doğayı tasvir eden mektuplar bunlar. Hüsranla sonuçlanan hikayeden çok, aşk ve onun yarattığı esrime ile yasak aşkın dönemin Osmanlı toplum hayatında, gayrimüslim cemaatinde nasıl karşılandığı dikkatini çekiyor okurun. Sosyal tarihe katkı niteliğindeki bu kitap sırf bu yüzden bile okunabilir. Biliyorsunuz Yesayan çok güçlü, cesur ve dikkat çekici bir karakter.

Mücadeleci ve talihsiz bir kadın: Yesayan


Otopsim'de Jean-Louis Fournier bu kez de öldüğünü ve bedeninin kadavra olarak bağışladığını tahayyül ediyor. Bedeninin genç ve güzel bir hekim adayı tarafından kesilen her parçasıyla hayatının bir evresini, duygularını, arzularını ve karakterini tahlil ediyor. Kısa anı romanın kurgusu çok çarpıcı fakat Fournier'nin "aşırı erkek"liği (yoksa Alfa Erkek olma iddiası mı demeli) beni boğuyor. Yine de ona kıyamıyorum. Anlatım gücüne hayran olmamak elde değil çünkü.

Alfa erkeğin çocukluğu :)


Çok sevdiğim arkadaşım Hande Aydın'ın Kuru Su adlı romanı Ayizi'nden çıkmıştı. Romanda Aden, dünyaca ünlü bir muhabir olan annesi ölünce, onun vasiyeti sayılabilecek bir maceraya girişir. Türkiye’ye gelerek, önce Karadeniz bölgesine yapılacak HES’leri protesto eden ekibe katılır. Daha sonra soyunup korunaklı ormanda durmadan koşarak bireysel bir protesto eylemine başlar. Kendisine hukuki destek versin diye çağırdığı Ersin, manevi destek gördüğü Güzel Sanatlar hocası Yaşar ve HES’lere karşı direnen aktivistlerden kurulu bir hikaye. Güncel bir Türkiye panoraması. Tavsiye ederim. 

Hande'nin (en sağdaki) imza günündeyiz


Giovanni’nin Odası, James Baldwin, Tektaş Ağaoğlu, Ağaoğlu Yayınevi.
Son Kadeh, Zabel Yesayan, Çev. Mehmet Fatih Uslu, Aras.
Otopsim, Jean-Louis Fournier, Aysel Bora, YKY.
Kuru Su, Hande Aydın, Ayizi.



22 Mart 2020 Pazar

Bizden Sonra Yetim Kalacak Şeyler


Sokağa çıkma yasağına ramak kaldı sanki. Evde oturmayı seven insan bile, dışarı çıkma ihtimali ortadan kalkınca huzursuz oluyor. Fakat evde oturmayı hiç sevmeyen ben tuhaf bir biçimde evden sıkılmıyorum. Biraz evden çalıştığım için iş yetiştirme çabasından, biraz da evdeki ergene yemek yetiştirip, okuldan kopmamasını sağlamaya uğraşmaktan herhalde.

İşten güçten başımı alıp okumaya fazla vakit ayıramıyorum bu aralar. Ama yeni kitaplar ısmarladım. Heyecanla bekliyorum. Tsundoku'ysa tsundoku kardeşim. Tek bağımlılığımız bu olsun!

Şimdilerde alışverişe gidilemiyor ya, oturduğunuz yerden bazılarını beğenip ısmarlarsınız diye yeni bir dörtlüden bahsedeceğim.

İlki, Ian McEwan'ın Amsterdam'da Düello'su. Çocuk Yasası ile hayran olduğum, Sahilde ile biraz daha bağlandığım yazar, bu kitap ile beni kendinden epey uzaklaştırdı. Yakın iki erkek arkadaş, ortak eski sevgililerinin cenazesinde buluşur ve kendilerini bir politik entrikanın içinde bulurlar. Merhum Molly’nin tüm aşıkları oradadırlar ve Molly’nin kocası intikam peşindedir. 
Basın piyasasının işleyişini, ikiyüzlü ahlakı, kayırmacılığı ve sansasyonel gazetecilik anlayışını eleştiriyor yazar bu romanda aynı zamanda.Çocuk Yasası'nda olduğu gibi ahlaki sorgulamalar yapan, müzikten, edebiyattan ayrıntılı bir şekilde bahseden yazar, kurgusunu çok basit yapmış fakat. O yüzden sürpriz olması umulan final bölümü bile amatörce olmuş. McEwan okuyacaksanız bundan başlamayın.

Sahilde'nin filmi de varmış. Siz onu okuyun.


Kafka Yayınevi'nin kitaplarını genelde çok beğeniyorum. Bir Düşüşün Güncesi'ni de çok beğendim. Michel Laub, bu romanda Yahudi soykırımını, yaşananları sadece dedesinin Auswitz hikayesinden bilen bir Yahudi gencin kişisel hikayesi ile bağlantılı olarak anlatıyor. Duygu sömürüsü yapmadan, Yahudilerin kendilerini koruma reflekslerinin kendilerine ve çevrelerine verdiği tahribatı da anlatarak... Bellek, aile, vatan, cemaat gibi kavramlar arz-ı endam ediyor roman boyunca. Çarpıcı açılışı da cabası.

Laub. 


Müzisyen ve yazar Ketıl Bjornstad’ın yarı otobiyografik olduğunu düşündüğüm romanı Müzik Uğruna, Norveç’te doğup büyüyen Aksel’in ünlü bir piyanist olma hayalleri etrafında şekilleniyor.  Yetenekli bir insanın müzik piyasasının entrikalarıyla yüzleşmesi, annesinin kaybı ve ablasıyla, babasıyla ilişkisi üzerinden aile, aşk, ebeveynlik kavramlarını sorgulaması romanın ana eksenini oluşturuyor. Hırs, rekabet, acımasızlıkla örülü bir büyüme hikayesi de denebilir Müzik Uğruna'ya. Norveç’in çetin iklimi, doğası da anlatıya eşlik ediyor. Çevirisi daha iyi olsaydı daha okunaklı olurdu ama yine de tavsiye ederim.

Norveçli yazar


Oya Baydar çok üretken, ben de onu okumaktan bıkmıyorum. Yetim Kalacak Küçük Şeyler başlığı bana çok cazip geldi. Bu başlık altında yazar, kalbinde, ruhunda iz bırakan anıları, kişileri, olayları ama en çok da anları kısa kısa ve çarpıcı biçimde anlatmış. Siz de düşünmez misiniz, sizden sonra kimse tarafından bu kadar çok sevilmeyecek, sahiplenilmeyecek, anımsanmayacak şeyleri, anları, olayları, kişileri? Bence bu kitabı da okuyun ve sizden sonraya kalacak olanları şöyle bir aklınızdan geçirin. Belki birilerine daha fazla özen gösterir, bir şeyleri daha sık yaparsınız. 

Bu kadar küçük şeyler işte...


Amsterdam’da Düello, Ian McEwan, Çev. Ülkem Çorapçı, YKY.
Bir Düşüşün Güncesi, Michel Laub, Çev. Canberk Koçak, Kafka.
Müzik Uğruna, Ketıl Bjornstad, Çev. Deniz Canefe, Metis.
Yetim Kalacak Küçük Şeyler, Oya Baydar, Can.

15 Mart 2020 Pazar

Evde Oturma Günlerinde Kitap


Evde oturmayı hiç sevmem. Ama madem evde oturuyoruz, dinlenmekten fazlasını yapalım diye düşünüyorum. Okuyalım mesela, yazalım da. Okumak insana hem iyi geliyor, hem de zorluyor. Bazı okumalar geçmiş kişisel travmalara el ediyor, bazıları ise kolektif olanlara. Ama öyle de olması gerek bana göre. Duyguları zorlamalı, bilinçaltını ve hatta dışını kanırtmalı, ki şifa bulalım. 

İşte bu ev eksenli günlerde ben yine okuyorum. Şu an elimde iki roman var. Biri keyif için seçtiğim: Kedi Murr'un Hayat Görüşleri (E.T.A. Hoffmann). Alman romantik edebiyatının zirvesi sayılıyormuş. Diğeri ise yazmakta olduğum, Robert Kolej hakkında bir makale için: Pervaneler (Müfide Ferit Tek). 

Hoffmann çok yönlü bir aydın. Hatta bence bir deha. Bir kedinin kaleminden tüm bir dünya tarihini, felsefeyi, siyaseti, duygusal ilişkileri ti'ye alıyor. Müfide Ferit ise tanısam tahammül edemeyeceğim zehirli bir kafaya sahip fakat hayranlık uyandıran bir kalemi var. 

Şimdi onlardan uzun uzun bahsetmeyeyim ama. Kitap dörtlemeleri serisine devam edeyim. 

Eyüp Aygün Tayşir'i 4 Hane 1 Teslim ile tanımış ve çok sevmiştik. Bana, Latife Tekin'in Sevgili Arsız Ölüm'ünü okurken hissettiklerimi hissettirmişti. Tuhaflıklar Fabrikası ikinci kitabı. Bir distopya bu. İlk kitaptan sonra okuru bambaşka bir yere savuruyor. Bilinmeyen bir ülkede,  eski düzen yıkılıp yenisi kurulduktan sonra bir akademik kurumda yaşanan tuhaflıklar anlatılıyor. Etik dışı ve akıl dışı olaylar üniversite ortamına hakim oluyor. Üniversite camiasını, akademisyenlik kurumunu, siyasette otoriteryanizm ve klientalizimi eleştiren bir roman bu. Bilinmeyen ülkenin Türkiye olduğuna şüphe var mı? Bence mutlaka okuyun. (Kitap yayımlandıktan sonra bununla ilgili ayrıntılı bir yazı yazmıştım gazeteduvar'a: https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/11/08/bir-tuhafliklar-fabrikasi-olarak-universite/)

Sadece iyi bir yazar değil, tanısanız sevebileceğiniz bir adam Tayşir


Çocukken Mihail Zoşçenko'dan Lastik Pabuçlar'ı okumuştum. Kitaptaki hikayelerin politik mesajlar taşıdığını o kafayla bile anlamıştım. Küçük Kara Balık ile birlikte bu kitap ta, statükocu ailelerin yan gözle baktıkları yayınlardı, çocuklara özgürlük ve otoriteye boyun eğmeme fikrini aşılayan eserlerdi. Yıllar yıllar sonra, kitaplığımdaki eskiden kalma kitapları hayata döndürme operasyonuyla elime aldığım Sinirli İnsanlar, Sovyet sisteminin aksayan yanlarını, baskıcı yönünü alaycı bir üslupla eleştiren öykülerden oluşuyor yine Öykülerde sıradan insanlar, günlük hayatın basitliği içinde sistemin zorbalığını görüyorlar. Bunun yanında, aristokrasi eleştirisi de yok değil. Ancak Ülkü Tamer çevirisine rağmen, dil çok aksıyor. Akmıyor anlatı. Yayıncılıkta editoryal mühadalenin önemini hatırlamakta yarar var.

Zoşçenko: böyle bir fotoğraf çektiren yazarı da tanımak isterdim


Sanırım ilk kez Müge İplikçi okudum. Çok Özel İsimler Sözlüğü'nü, bir Ankara kitap fuarında İplikçi'ye başlangıç kitabı olarak satın almıştım. Hem kitabın ismi, hem de arka kapak yazısı bunu seçmeme sebep olmuştu. Kitaptaki kısa öykülerin her birinde bir ismin peşine takılıp o kişinin etrafında örülen hikayeler anlatılıyor. Bu tür bir kurgu çok çekici. Şiddet, aşk, dostluk, eşyalarla ilişkiler, gündelik hayat, ebeveynlik, meslekler. Fakat hikayelerin dili çok sarsak. Edebi tat vermiyor. Oysa bazı hikayeler konuları bakımından çok cazip, keşke uzasa, hatta  romana dönüşse diye düşündürüyor. Ama işte bu kadar.

Kapak güzel


Arne Bellstrof'un yazıp çizdiği Alman Sevgili bir çizgi roman. Beatles’la müzik hayatına başlayan Stuart Sutcliffe’in, grup henüz ünlü değilken ve Hamburg’daki salaş meyhanelerde çalıyorken tanıştığı Astrid Kirchherr ile aşkını, gruptan ayrılıp Almanya’ya yerleşmesini ve erken ölümünü anlatıyor. Aynı zamanda grubun ilk yıllarını ve dönemin kültürel atmosferini, gündelik hayatı anlatıyor. Mutlaka okuyun, derim. 

Tanıl Bora'nın çok iyi çevirisiyle...


Tuhaflıklar Fabrikası, Eyüp Aygün Tayşir, İletişim.
Sinirli İnsanlar, Mihail Zoşçenko, Çev. Ülkü Tamer, Milliyet Yayınları.
Çok Özel İsimler Sözlüğü, Müge İplikçi, Can.
Alman Sevgili, Arne Bellstorf, Çev. Tanıl Bora, İletişim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...